Kelâm Duadır Kızım Demiş Bir Ata



Yazmak istiyorum çünkü; yazmak istiyorum. Harflerin efsununa birbirlerine değdiklerindeki rayihayla beni sarhoş etmelerine, defalarca defalarca o kelimelerin içinde dumanlara sarmalanmaya bayılıyorum.

Fantastik Temizlik


Açılan... Bir gül gibi, gir kalbe gönül gibi... cıvıma...
Kendi kendine açılan pencereden, usulca içeri girdim.

Utandım Allah'ım

Kısa deri mont mu istiyorsun, bir siyah bir de gülkurusu ya da yeşil mi olsun? Evdekiler, yetmiyor mu… Yetiyor yetmeye de uzun eteklerin üzerine kısa montlar daha bir güzel oluyor. Şöyle yuvarlak yaka ya da kot mont modeli…
....

Kendi Yüreğimle Yarışırdım Ben



9:40’a yetişmeliyim. Söz verdim, onda Eminönü’nde olacağım. Dokuz yirmi dört ben evin önündeyim. Asansörden attığım gibi kendimi, başlıyorum koşmaya. Duraktaki otobüs kalkmak üzere el ediyorum, bekliyor sağ olsun.

Geçiyorum önünden, biniyorum. Yol açık çok şükür. Yol açık olmaya açık da şoför bey olmadığı kadar nazik bugün gelene yol veriyor, gidene yol veriyor. Belki de hep naziktir ne biliyorsun, genelde değillerdir ya o sebepten. Nikâh dairesinin önündeki ışıklar kırmızıya dönüyor, duruyoruz. Kayıp dakika bir. Olsun yetişiriz inşaallah, Ak-bil makinesinin saati 9:27. Yandı yeşil ilerliyoruz. Şimdi bütün kırmızılara denk gelir miyiz, gelsek bile bir, iki, üç ışık var; birer dakikadan üç, dokuz otuz, koştum ettim 9:35. Hop Belediye de kırmızı, neyse durakta durma hakkını burada kullandı. Gidiyoruz yol boş. Aaa ne oldu ön tıkalı değil, neden durduk yav. Çünkü minibüsle otomobil çarpmış birbirine. Allah’ım yetişmem lazım. Hasanpaşa’da iniyorum mecbur, kazazedelerin bize bıraktığı aralıktan otobüsün geçmesi mümkün değil zira. Koşuyorum yine, ciğerim acıyor ağzımdan dolan rüzgârdan; yırtılırcasına. Söğütlüçeşme’den tekrar biniyorum cadde tarafından gelen bir otobüse çaresiz. İskeleye koşmam kabil değil, ki yetişemem de zaten. Oh, Ak-bil saati 9:32. Yüz metre arkamızda indiğim otobüs beliriyor. Hey Allah’ım… Tabii dersen şöyle koşturmalı bir şeyler yapmam lazım eski kiloma ulaşabilmem için koşarsın işte böyle olur olmaz. İniyorum iskelede ve tabii ki yine koşuyorum. Uzaktan belli belirsiz Eminönü, 9:40 9:34 yazılarını görünce adımlarım rahatlıyor, darısı nefesimin başına. Dışarıda oturayım, montla içeride terlemektense… Bir teyze geçiyor yanımdan önümdeki koltuklarda vapurun korkuluklarına dayanarak ayakta duruyor. Teyze dedim de belki benimle yaşıt bile olabilir, yaş tahmininde kötülüğümün yanısıra kendimi hâlâ otuzların başında sanıyorum; sırt çantamdan sebep zaar. Kilolu, başörtüsünün yarısı boynuna doladığı atkıdan görünmüyor. Gri diz hizası mantosunun kolunda gerçek olmayan lui vitton çanta. Diğer elinde de bir poşet dolusu simit. Poşetten çıkardığı simitleri bölüyor, dilinde şerbetliyor atıyor martılara. Martı olasım geldi Allah’ım… Basıyorum ekrana bakmadan, martıları seyredip ne çektiğimi bilmeden deklanşöre. “Aşkıımmm, gel al, al canım sen de al. Ay sen çok mu acıktın… al canım hop bunu da yakala oyy ne güzelsin. Ayyy canım yaa… Bittiii, hepsi bu kadardı…” O yürek dolusu veda ediyor martılarına, çiçeklerini sularken sesine uyandığım annem doluyor benim gözüme. Kesişiyor gülümsememiz gerçek teyzeyle, dönüp de içeri girerken. Teşekkür ediyorum ciğerimin yırtılan yerlerine hayatı doldurduğu için. Kıpır kıpırım var işte var gerçek, kalbi kalplaşmamış yemyeşil insanlar var hâlâ. Bu şölene en yakışacak şarkıyı açıyorum telefondan, vokalde martılar ve ben... bir de akasyalar... vapur güvertesinde:


                        “Sağ olsun uçan kuşlar


                          Çiçeğe durmuş ağaç


                          Yaşasın sevdalılar


                          Sevdalım hayat”


6 Aralık 2016 Kadıköy-Eminönü vapuru

Tavsiye Dibin Kara



“Evladım geri zekâlı mısın sen, kaçıncıya anlatıyorum! Anlamıyorsan, beni de uğraştırma, vereyim seni bir tamircinin yanına çırak, olsun bitsin.”

Uykuya Sitem






Saat beş yoktun,

Altı yok,

Daha da gelmezsin zahar...

Bir baston,
Bir kırlent
Birkaç bidon...
Bir hayat..