Unutursak Seni, Kalbimiz Kurusun Roboski



Hazinem arkadaşında, dört saattir görmüyorum hemen hemen, hepitopu bir dakika uzağımda.. Bir "gelse ya artık" diyorum, "çok oldu ne zaman gelecek" diyorum, bir "sus" diyorum içimdeki yanımdayken bile aralık özlem penceresinden üfüren rüzgara, "fısıldama yüreğime; hadi, çağır gelsin, hadi çağır gelsin! “diye, “eğleniyor çocuk, mutlu, arkadaşlarıyla oynuyor, hem emin ellerde, sıcak yerlerde." Biraz zaman geçiyor, “Mehmet çağırsak mı, gelse mi artık acaba!” Diye ona doluyorum özlem sarmaşığımı..

Nasılsa gelecek biliyorum, biliyor olmanın rahatlığı var ya, yine de yine de özlüyorum işte, evlat başka bir şey...
Gelecek, ne kadar eğlendiklerini, neler yaptıklarını anlatacak pırıl pırıl gözlerle. Dişlerini fırçalamaya gidecek ama fırça arası bıdıbıdıdan on kere girip girip çıkacak banyoya, en nihayet sesim iki perde yukarıdan “hadi!”leyince “kızma Anneee” diyecek, yatağına yatacak, “Ben hazırım” diye seslenecek, bu “gelin biriniz uyku kitabımı okuyun” demek. Hiç değişmedi ritüelimiz, O bizim sesimize tutkun uyurken, biz onun aralık gözlerle dinleyişine meftun okurken... İyi geceler öpücüğüne eğilmişken ben yanağına, dolayacak kollarını “Biraz kalır mısın yanımda” diyecek, “uyku büyüsü yapmak yok ama!” repliğimi vereceğim, kikir kikir gülerek karşılayacak repliği yanağıma sıcak yüreğini bırakacak daha da sıkı dolanırken boynuma. Koklaya, öpe üstünü örteceğim.
Biliyorum gelecek ya, yine de işte...
İki yıldır bir an olsa, rüya da olsa körpe kuzusuna dokunmak için uykulardan uyanmak istemeyen, gecesi haram gündüzü kendisinden çalınmış anneler, biliyorlar gelmeyecek yavruları. Gelebilseler... Gelirler... Gelemiyorlar ki..
Oynamaya, eğlenmeye gitmediler, suyun bu yanındakiler normal günün beş katı paralar akıtarak eğlenceye nerede bulanacaklarını planlarken, onlar iki torba şeker, birkaç bidon mazot,birkaç karton sigara, iki çuval un için gittiler. Hep gittikleri yoldan kimi ilk kez, kimi defalarca, yok çünkü başka umarları. Mecburen, mecburiyetten. Karlı dağları zengin olmak için değil, ucucuna karın tokluğu için sırtlandılar. Analar.. Anaları; ayaklarına diken batsa yürekleri kanayan anaları mecbur yolladı yavrularını, yok ki başka umut ne yapsınlar... Bilseler ah bilseler...
İki yıl oldu...
Çok acılar düştü bu toprakların bağrına, çok analar yüreklerini, canlarının canlarını gömdüler, çok analar hala yana döne toprağı kokluyorlar; darbelerin, cuntaların kendilerinden koparıp aldığı, bir mendilini olsun geri vermediği yavrularının kefen bezine, ne kefen bezi, kemiğinin tozuna kavuşabilmek için. Hepsi bir başka yerden deliyor yüreğimi, eziyor ruhumu, yakıyor kavuruyor...
Ama Roboski başka, o gece bu topraklara tarihin en büyük lanetlerinden biri düştü.. Bu kadar utandığı azdır bu toprakların körpe misafirlerini kabul ederken. Üzerinde taşımaktan hicap duyduğu vicdansızların da utancını, aymazlığını yüklendiğinden, anaların acısını dindirememenin- dindiremez de azıcık merhem belki- çaresizliğiyle ezim ezim ezildiğinden nasıl bir iflah gerek bu topraklara bilmem. Nasıl bir umut ekmeli ki, mahsulü barış türküleri olsun kolkola halaylarla, barlarla Anka’nın kanatlarında.



İki yıl oldu...
O güzel çocuklar o karlı dağları, kimi bir cılız katırla, kimi yaya, şekerli hayallerden sebep aşmaya gideli. Gidip de kıstırılalı.
İki yıl oldu...
O güzel çocuklar meleklerin kanatlarına takılıp gideli...
İki yıl oldu..
Kaç yıl oldu bilmiyorum...
Kaç yıl oldu, insan, insanlık başkasının, kendinden olmayanın, kendi gibi olmayanın acısına, yarasına bu kadar sağır, bu kadar bigane kalalı..
Belki de bu kadar acı bindirdiğimiz toprağın lanetidir, insanlığımızı unutuşumuz, kalbimizin kuruyuşu..















0 yorum:

Yorum Gönder