AkıtmaRomanda Akşamüstü Sayfası Ramazan Arifesi Ha Akışı Olmayan Sular Ha Cevabı Olmayan Sorular

  

28 Şubat 2025

29 Şaban 1446

15 Şubat 1440

Cuma, 17.33
 evsalonyeşilkoltuk

(İlk kez başlığı yazıyı bitirmeden yazdım. Bakalım ne olacak, yazı nereye gidecek.)

Liseyi hatırlamıyorum, daha önceleri çalışıyordu zaten. Üniversitede eve her gelişimin gidişinde mutfak balkonunda olurdu annem. Karşıki sokağın köşesinden 63’e aşağı akıp kaybolana dek ben dönüp ona baktıkça el sallardı. Okul bitip de İstanbul’a döndüğümde -diyecektim ki okul bitmeden işe başladığımı ve dahi İstanbul’a ricat ettiğimi hatırladım- işe girdiğimde Bayrakoğlu Market’in köşesinden kaybolduğum sokak değişti annemin balkondalığı değişmedi. Evlendikten sonra iki kişi el sallar olduk anneevi ziyareti bitimlerinde. En son 4 Aralık 2022’de Esenköy’deki evlerinin camından el salladı annem. Fotoğrafını çektim,  Mehmet’e bir başka el salladı son kez miydi dedim, beyimin ağlamalarımı susturmak için araya kattığı esprilerle karışık İstanbul’a vardım. Evden gidenin arkasından el sallamak, hayır dua üflemek anneliğin epigenetiğinden midir bilmem ben de yapıyorum aynı şeyi şimdi. Ne zaman başladığımı hatırlamıyorum ama. Olsun. 

Aslında kafamdaki yazı girişi çok başkaydı, bundan birkaç gün önce -Salı ya da Çarşamba-Mehmet’e el sallamak üzere camı açtığımda yüzüme vuran taze hava, kurumuş dallarıyla asil çıplaklıklarının üzerindeki karı umut nişanı gibi taşıyan ağaçlarla dans ederken (az önce okuduğun öyküdeki tamlama hezimetine mi özendin Behiyem bu ne Alla’sen ya, sil çabuk şunu) ve bana oh, iyi ki hayat var, iyi ki nefes var ve iyi ki el sallamalı Ayetel Kürsi (Ayet’ül Kürsi, Ayet’el Kürsi?) var dedirten duyguyu o zaman yazmış olsaydım bambaşka bir metin çıkabilirdi ortaya pekala. Nasip. Ağızdan buhar çıkaran günleri seviyorum.

Bugün kahveye misafirlerim vardı. Bu vesileyle fark ettim ki misafir ağırlama ezberlerim, epigenetiğim sükuta uğramış. Evladım yeni mi öğrendin sen bu epigenetik kelimesini. Olur olmaz her yerde konduruyorsun. Yoo çok eski biliyorum ki ben. Pandemi. Evlerde pek buluşulmuyor artık. Özlemişim lezzetini. Artık önümüz ramazan ağırlar durursun. Sağlıkla âmin. Sabah yazamadım, dün de, ondan önceki gün de. Hatta en son ne zaman yazdım hatırlamıyorum. Bulurum bulmaya da lazım bir bilgi mi emin değilim. 

Geçen gün nicedir yazılarını okuyamadığım -bloga eklemediğinden- Leylan ile de konuştuk, bütün direnmelerime rağmen aklımın bir yerinde dönüp duran yazma ve paylaşma/paylaşmama nedenlerini. Cümle acayip sarktı, yeniden başla.

Buraya -deftere/dünlüğe- yazdıklarımı bilgisayara geçiriyorum akabinde bloga da koyuyorum. Bazısını öyle oluyor ki kimse okumuyor, okuyorsa da haberim olmuyor. Konuşamıyor, bağ kuramıyoruz hasılı yazı üzerinden. Peki o zaman neden yapıyorum bunu. Geçen gün buna güzel bir cevap gelmişti zihnime ve devam cicim aferin demiştim kendime ama işte... Yetmiyor bazen bu şakacı dimağa bazı cevaplar. Yazı okurla bağ kurmak, bir nevi sohbet etmekse ve bu anlamda benimki bir garip monoloğa dönüşüyorsa anlamsız (mı) kalıyor...

Anlamsız kalır mı anlamsız olur mu. Bilemedim. Doğru yazacağım/konuşacağım düsturunu da dengede tutmalı, hem kendin hem iletişimde olduğun insanlar için. Öyle demişti biri birine “Seninle konuşurken, sana mesaj yazarken korkuyorum yanlış yapmaktan,” diye. Yok bana değil, bir sevdiğim bir başka sevdiğime dedi. Denge. İtidal. 

BARE ile mutat toplantılarımızın (bunu tekil mi yazmalı, mutat olduğuna göre birden fazladır toplanma sayısı zaten, bilemedim) sonuncusunda üzerine konuştuğumuz kitap hakkındaki fikirlerimizi paylaşırken Behiye, dedi, sen kitapları okumuyorsun, onlarla konuşuyorsun. Sevdim cümleyi ve ihtiva ettiği anlamı. Yazılarımı bloga koymak da böyle bir şeydir belki. Bilemedim. Nedenlerimin nedenlerini incele ve beni rahatlat ey etiyoloji. Kelimelerim kurumuş benim bu akşam. Duygu gelince yazmalı insan.

Bu haftanın yönergesini ben verdim. Daha onu yazacağım. Yeşim yazmış, koymuş sayfaya da ama okumadım henüz. Kendiminkini yazmadan okumuyorum. Hele şimdi hiç okumayayım kilitlenir kalırım. Baksana üç sayfa dolsun diye ne çok abidik gubidik şey yazdım. Neyse bu akşamüstü sayfası da böyle olsun efenim bir sonraki akışa kadar kendinize çok iyi davranın Hünkârım...

Sanmalar ve Kış ve AkıtmaRoman ve 2015 ve Lütfen Artık Dizi Adlarına Bi' Bakın Hiç Olmuş mu

          

Dün sabah Herkes Uyurken Beni bir Sanat Filmi 
Kasabasına Götüren An Konulu Şaheserim

                                                                                                                        21 Şubat 2025
22 Şaban 1446
8 Şubat 1440
Cuma, Salon, 

Koltukların önündeki halı, yer. 
Hemzemin geçit neydi yav, yani kavramın 
karşılığı imge geliyor da gözüme kelimelerle tarifi ne? 
Kulakların çınlasın Arzu Savaş ve dahi Zihin Haritaları Eğitimi.
Kasım: 106 
Yaza kaldı yetmiş kusur gün; kaçııın...



Ay bu sanmalar çok yorucu yav. Onun için zannın çoğundan kaçınmalı onun için haram ya. Yük çünkü. Yük diye değil, itaat... neyse girmeyeyim oralara herkesin itaatine ben karışamam. Tam ben bunu yazmışken kalem bu deftere yazmıyor. İtaat et ey kalem bana. Yenisini alıp geliyorum hemen.

Gelemedim valla hemen. 23 Şubat Pazar 05.22 oldu zaman, 24 Şaban 1446 ve hatta inanabiliyor musun 10 Şubat 1440, Kasım: 108, Hicrî Şemsi: 1403 ve maalesef yine gündüzün uzaması üç ÜÇ 3 dakika. Peygamberimizin Veda Hutbesi (632), Avusturyalı yazar Stefan Zweig’in ölmeyi seçişi, (1942), Kızıl Ordu'nun (Troçkice) kuruluşu (1918), Ardahan ve Posof’
un Düşman İşgalinden Kurtuluşları. (1922, tabii yakın ya iki yer birbirine, kurtara kurtara ilerlemiş canım ecdadım.) Peki oluyor mu; böyle apostrof bir satırda, ek sonraki satırda kalabiliyor mu, bilmem. Bak en iyisi hece bölmeler, satır başılar (Allah canını almıya; başları olacak başılar ne!) falanlara sen. Ve sıkma kalemi elin acıyacak birazdan. 

Ve pencereme doğan bir ay karşıladı beni bu sabah salona girip de lambayı yakıp da camı açmak istediğimde. Soğuk evet bir o kadar da temiz hava. Ezan bitimine dek. Her sabah temiz dünya içeri dolasıya. Son dördün mü bu? Sanırım. Son hilal. Ay’ın Dünya’dan sol yarısının göründüğü evre. Bir yarın hep karanlık canımAy. Güneş her şeyiyle ortada. Ki yorar. Öyle mi dersin. Dolunay da var hem. Of karışık hadise; açılar, karanlıklar falan. Sonuçta gelirken de giderken de pencereme hilalini bırakan aya selam olsun. 

Ayın evreleri biçim biçim, önceki sayfa da buraya iz çıkarmış içim içim. (bu cümleyi, yazını bilgisayara geçirirken- temize çekerken daha güzel bir ifade-, çıkar bence) Defterimin canım sayfası, ne fena oldun sen, yazdığımı göremiyorum öbür sayfanın izlerinden. İZ sevmiyorum sanırım. 

İZ: Türkçe bir kelime; 

1- İnsan veya hayvan ayağının yerde kalan şekli,

2- Bir şeyin yerde bıraktığı iz.

3- Mec. Yaşanmış bir şeyden geriye kalan belirti,

4- Emare, işaret, delil,

5- Mat. Bir düzlemin, bir düzlem veya doğru ile kesişmesinden doğan ara kesit.

İz bırakmak, izi silinmek, iz sürmek... uzayıp gidiyor liste canım Kubbealtı Sözlük’te. Ve...O ne... İZ (ﻋﺰّ) i. (Arapça: ‘izz) Yücelik, ululuk, şeref, değer, itibar, çıkmasın mı karşıma -çıksın- tam aydınlanıcam; vara yoğa aydınlananlar geliyor aklıma ve malum karikatür, vazgeçiyorum. 
Lakin benim hercai zihnim Türkçe iz ile Arapça izi bağlama temayülünde. Ulu insan iz bırakır di’mi yok di’ değil. her iz izzetli değil. Sözlükte ize ayrılan sayfa sayısı yedi. Neler yok ki; izan var, izlek var, izlal var, izmarit var. Hepsinin kökü aynı değil ama. Kiminin içeride kiminin dışarıda. Ezcümle ben karar verdim sevmeye izi. https://lugatim.com/s/iz

Bu kadar dolu, hikâyeli şey sevilmez mi. Sevilir. Ayın da var karanlık yüzü ama pencerende sana gösterdiği kadarını seviyorsun. Her iz de varsın güzel göstermesin kendini, bazısı defterini, defterindeki yazıları karartsın varsın. Defterleri bilgisayarda temize çekmeye başladığımdan beri (Çekmeğe demez miydik eskiden ne zamandan beri -ğ yerine -y kullanır olduk, bellekte yeri yok. Demezdik belki de.) bakıyorum sohbete okur da geliyor arada. Behiye ile Hünkâr’ın yanına ilişiyor şirin yüz/leri. Çok değiller hatta bazen hiçler. Yoklar. Olsun. İyi geliyor bana deftere yazdığımı bilgisayara geçmek. Klavyeye bakmadan yazma temrini yapmak. Yıllarımı tek bir dosyada görmek. Ne ki okuyanı olmasa da. Öbür türlü bir şey arayacağım da, eski defter ya da kitabın arasındaki kâğıt, peçete neyse ne önüme düşecek de... Karşılaşacağım o yılların Behiyesiyle. Hey de hey. Cuma sabah, Emre kareli defter istedi benden. Döktük defter dolabını arıyoruz. Birazdan burada görülecek olan satırların olduğu Yazı Evi defterini bulduk misal. 


Kareli. Sevdi defteri, aldı. İki dakika sonra getirdi; anne ilk sayfalarda yazıların var, dedi. Üç sayfa yazmış bırakmışım. Ey hayat sen şavkı sularda bir dolunaysın aslında yokum ben bu oyunda ömrüm beni yok saysın. (Olmadı, bağlama uymadı ama bilirsin ben çok severim bu şiiri Behiş. Bilirim Hükiş. Ercan Kesal karısına Nazo, diyor. Ulu orta bizimleyken de. Pek çok söyleşisinde denk geldim. Böyle demeleri seviyorum. Bana diyenler/denenler var. Benim dediklerim. Buna başka sefer bakayım parantez genişleyince potluk yapıyor.) Hey gidi zaman. 2015 Kasım’ında yazmışım o satırları. (Yine aynı böyle bu usul akıtmışım. Yeşim kim bilir ne yazın demiştir de ben ne yazmışımdır. Temize çekerim onları da yarın falan.) Neden devam etmemişim o deftere yazmaya. Bilmem. Yazı Evi’nden bir tem-İZ hatıra kalsın diye mi. On sene geçmiş, bu zaman ne acayip bir yaratılmış varlık. Sahi zaman ne? Hiç bakmamışım sözlüğe. Üzerine bu kadar düşünüp okuyup üstelik.

ZAMAN (ﺿﻤﺎﻥ):

1- Kefil olma, kefillik. Nasıl yani, nasıl bir metafor bu diyordum ki başka zaman da varmış Allahtan, sayfanın altına doğru. Bizim zaman o, zel ile yazılan. (Bu da tazmine zemin hazırlayan zaman, memnun olduk efenim tanıştığımıza.)

ZAMAN: (ﺯﻣﺎﻥ)

1- Olmuş ve olacak hâdiselerin birbiri ardınca cereyan edişinin düşüncemizde meydana getirdiği başı ve sonu belli olmayan soyut kavram, vakit.

2- Bu kavramın belirli sınırlar içinde kalan bir parçası, vakit.

3- Bir önce veya bir sonraya göre belirli bir an.

4- İçinde bulunulan devir, yaşanmakta olan vakit.

Ay devam edemeyeceğim liste çok uzun. Buna rağmen iz ebadında değil sözlükteki yeri. 

Zaman geçiyor Bihicim, daha namaz kılınacak, Kadıköy’e yürünecek, Kur’an okunacak, bulaşık makinesi boşaltılacak; toparla da çık bu sayfalardan artık. Elimde değil sökün etti geliyor düşünceler çekirge sürüsü misali. Bak mesela buraya güzel bir benzetme yazayım istedim. Bir anlığına kalemimi durdurdum ve düşündüm. Sonuç: Klişe. Sil o çekirge sürüsünü. Piki Hükü.)

Hadi yaz da öyle git madem. Neler dönüyor zihninde canım benim? 

Dönen1:
Zamanede bir hal gelmesin başa/Ahdı bütün bir sadık yar kalmamış/Kalleş yar olana dost demem haşa/N'olacak muhannet meydan görmemiş/Ben bir yar isterim derunu dilden/Sarfede varını geldikçe elden. Severiz E.O ve İ.H.D.
https://music.youtube.com/watch?v=msEYApBAPvk

Dönen2:
Türküye eşlikçi olarak Zaman Sığınağı geldi. Kitabın girişi çok etkilemişti beni. (Evet çok yazıyor ve üstünü/üzerini çiziyorum bu ara. Çoklarım normalleşsin istiyorum. Ortaokul Türkçe öğretmenim Gülsen Çavuşoğlu geliyor çünkü gönlüme, gördükçe bu mübalağaları. Şahane, muhteşem, harika, çok... Her çok olmayana çok, gerçekten canın olmayana canım demek ayıp geliyor diline, değil mi Behihücüm. Evet canım.) Daha uzatma da git Alla’sen. Zaman Sığınağı -ne güzel bir kitap adı di' mi- diyemedim ama hem günlük tefeül sayfalarım da duruyor daha. Sıkıldım ama onların da fotoğrafını sayfa numarasını falan koy ne bileyim. Git artık gözünü seveyim.
Öyle olsun.
Küstüm.






Not: Duydum ki Sustalı Ceylan adlı bir dizi yapmışlar. Sustalı Ceylan nedir Alla'sen. Daha da bir şey demiyorum ben gidiyorum, Hünkâr sıkıldı.