Akıtmaromanda Bugün Aslında Dündü-r-*

 

13 Aralık 2021

9 Cemaziyelevvel 1443

30 Teşrin-i Sanî 1437

(1436 da olabilir emin değilim.)


Mutfaktayken, yürürken, süpürgeyi, arabayı sürerken (süpürge sürmek, araba sürmek?! Bunlar nasıl ifadeler -buraya kesme işareti koymaya da hiç elim varmıyor ama- Behiye’m. Bilmem geldi öyle yekten, ben de yazdım Hünkâr’ım -koymasam mı- olmadı mı. Sanki.) kitap dinlemeyi seviyorum. Kopmuyorum hayır. Kulaklıkla dinliyorum ekseri. Şimdilik düzleminde kalmaya, işe ya da düşüncelere dalıp başka boyutlara gitmemeye bulduğum çözüm. Bir kulağımdan girip öbür kulağımdan çıkmaması için ikisini de tıkamak.

Bazen bile isteye gidip bulduğum kitapları -gençliğimde okuduklarım mesela, tekrar okumak istediğim ama ömrümün vefa etmeyeceğini bildiğimden dinlemeyle yetindiklerim- bazen malum sesli kitap programı karşıma ne çıkarırsa. Dün sabah kahvaltı hazırlarken Semih Gümüş’ün Yazar Olabilir miyim kitabını önerdi uygulama. 1.25 hız ile dinleyince üç küsur saat. Güzel. Hatırlama, pekiştirme niteliğinde oldu benim için. Atölyelerde hocalarımın söylediklerinden, konuya ilişkin yazılmış kitaplarda okuduklarımdan farklı bir şeye rastlamadım. Bu durum yazılanlarla ilgili değil, yeni karşılaşmamış olmam onları eski ve değersiz -haşa- yapmaz. (Bak şimdi de aklıma eski-değersiz/ yeni-değerli paradoksu -paradoks mu ki bu- oradan da elmas-su, marjinal fayda ve mikrosu makrosu bir türlü geçemediğim bilumum iktisat dersi geldi. Bi’ sabit dur be zihnim.) Böyle düşünmek büyük bir yanılgı olur. Tıpkı kişinin ilk kez karşılaştığı bilgiyi, kendinden önce kimsenin öğrenmediğini sanması gibi. Yazmaya -hatta yaşamaya- dair altı çizilecek, destur edinilecek önemde bilgilerle dolu kitap. Okunmalı ve dahi ezberlenmeli. Mesele benim bu desturları daha önce duymuş, öğrenmiş hatta pek çoğunu içselleştirmiş olmamla ilgili. Yol boyu öyle kıymetli duayenlerin tedrisatından geçtim, geçiyorum ki haliyle bir hocamı anarak bana öğrettiğini hatırlamak oluyor yeni karşılaştığım bilgilere ilk tepkim. 

Ne demek için yola çıktım ne yazıyorum. Gel de yazmak ve yaşamak aynı şey deme bir kez daha. Amacım iki hafta önce de benzerini yaşadığım (ona dair de yazıyorum hâlâ bitmedi) bir sevincimi paylaşmaktı. Kalktım konuyu nerelere getirdim. Tamam geliyorum sadede.

Kitabın ortalarına yaklaşırken okuyan kişi “Yazınsal metni ayrıntılar üstüne kurulmuş bir tekne gibi düşündüğümüzde, iki ayrı yaklaşım belirir. Biri, Çehov’un duvara asılı tüfeğini kesinkes patlatmaktan yana; öbürü, sonra kullanılmayacak tüfeğin duvara asılı duruşundan söz edip geçmenin de anlatıda yeri olduğunu düşünüyor. Doğrusu ilkini daha güçlü bir düşünce olarak görüyorum, ama sonradan patlamayan bir ayrıntı da kişileri, hikâyeyi, anlamı güçlendiren, tamamlayan işlevler taşıyabilir.

“Sözgelimi (kitaptaki yazılışıyla aldım) masada duran bir bıçak, anlatının sonuna dek hiç kullanılmasa bile, oradaki varlığıyla da bir şey anlatır. Duvara asılı tüfek, sonra patlatılmadığında da bir anlam, dahası bir işlev taşıyor olabilir. Anlatılan mekânı, ev içi yaşantının kültürünü, yaşayanların kimliğini anlatmakta bir işlevi olduğu söylenemez mi? Asıl olan, büsbütün nedensiz bir ayrıntıya yer vermemek ve ayrıntıları süsleme öğeleri olarak kullanmak.”

Sanırım şu önemli: Roman ya da öykü yazarı, hiçbir zaman boşlukta durmamalı. Cabrera Infante ya da Georges Perec’in bile, sözcükleri savururken, başkalarını değil de o sözcükleri seçmelerinin nedenleri olduğunu düşünüyorsak, yazarı dipsiz bir boşluğa düşüren kâbuslarından uyandıracak olan, gene yazdıklarıdır.” Dedi. Bir sevindim bir sevindim. Diyeceksiniz ki niye. Çünkü bu silahın patlaması gereği beni yoran bir hadise. Arkadaş niye gereksin patlaması. İnsan da sükûtunun derinleriyle anlatmaz mı en çok. Neyse işte neticede düşünmüş ve aynı çıkarımla şu cümleleri yazmıştım kısa bir süre önce @sanalyazievi için hazırladığım alıştırma paketine girizgâh olarak:

“Seyrettiğimiz ya da okuduğumuz yapıtta; sembolleri, ipuçlarını anlamlandırarak bulmaca çözer gibi aksı takip etmek hoşumuza gider. Çehov’un "Eğer birinci perde açıldığında duvarda bir tüfek asılıysa takip eden sahnede tüfek mutlaka patlamalı. Aksi takdirde oraya koymayın." Öğüdündeki silahın, eser boyunca patlamaması hali üzerinden bakalım istiyorum biraz buraya. O silah oraya patlamadan bir şeyler anlatmak üzere konmuş olabilir. Tıpkı Çehov’un da patlamaktan somut bir anlam kastetmemiş olma ihtimalinin yüzde yüze yakınlığı gibi. Okur da bu patlamayan silahın alt mesajlarını kendi pencerelerinde biriktirdiğince anlamlandırır. Artık ne biriktiyse gözde. (Çapakla ilgili bir espri geldi şimdi aklıma, göz deyince ama yapmiim di’mi.)”

Bunda ne mi var.

Daha ne olsun. 

Yok vazgeçtim yazmayacağım açık açık, buradaki boşluğu varın siz doldurun. 

Yazan -Hünkâr ya da Behiye ya da ikisi de- burada neye sevindi. 

Bak böyle son verecektim satırlarıma ama aklıma yine bir hocamın anlattığı geldi. Üretmenin coşkulu sesiyle yeni yazdığı şiirini arkadaşına okumuş. Karşısındaki şaşkın iyi de bu dizeler ….’in (şairin adını hatırlayamadım şimdi ) demiş. O misal acaba bu silah üzerine düşünüp buldum sandıklarım da… off ya… 

Gideyim bir an önce yoksa anlamsız bulup silerek imha edebilirim bu satırları. Şu ara ne çok yapıyorum. İmhayı yani. Niye yazdım ki ben şimdi bütün bunları diyerek. Tekrarlarına kızarak, anlamsızlığına kanarak…

Oldu. 

İyi günler.

Behiye H. Malkoç

Evimin Salonu, İstanbul

*: Bugün Aslında Dündü (Groundhog Day) filmine gönderme olsun diye. Öğrenmeli bir film seyretmeyene önerilir.


0 yorum:

Yorum Gönder