Yeni Yılın 17. Yaşı Kursağında Kalan Yavrusu

 Erdal Eren'in Son Fotoğrafları
 Sonsuzluğa Taşıyan:Savaş Ay

YAVRUM

17. Güne denk gelmiş “yavrum. “ Yavru, yaş, on yedi bende hep Erdal Eren’e demirli. Acısı, tortusu, yangını yüreğimde her daim, külü yok küllenmeyen yangın bu, savrulan kül de yok; közler, kıvılcımlar var, savruldukları yeri kavuran. Bu dünyada bana bu reva, vebali netekimlerin boynuna iki cihanda.
Katip arzuhalim yaz yare böyle..
Son bakışa yakılan şarkılar, son bakışı sonsuzluğa taşıyan fotoğraf...
Buluştular üçü de arafta...
Yazılan geliyor sağ olan başa evet elbet de; kulun zalimliği de pek fena...
Asmayaydı da besleyeydi kifayetsiz muhterisler; çoluk çocuğa karışmış olurdu zaar.. Kız, erkek fark etmez adını Deniz koyduğu, kederi O’nda saklı. Böyle acısı hepimizde saklı. En çok da anacığında. Nasıl bir acıdır bu Allah’ım. İlk "Gülünün Solduğu Akşam’ı" okurken hissetmiştim. Emrem yoktu o zamanlar tabii. Kardeşlerimi Deniz, Yusuf sayarak... Yandırmıştı acıları yüreğimi, yırtmak isteyerek acı dolu sayfaları salya, sümük.. Sayfaları yırtsam geri gelecekler, ilmik boğazlarından geçmeyecek sanki. İnsanlığımdan utanmıştım, bir zamanlar maruz kalarak öğretildiğim yakın tarih zırvalarından tiksinerek...
Kardeşlerime sarılmış, öpmüş, koklamıştım herbir sayfada daha yoğun, kemiklerini kırasıya.
Şimdiyse Hazinem’i... Hele de cumartesileri..




Yeni Yılın 15. Kelimesi: Mutlaka



Mutlaka var, mutlak surette var, hep var... Doğum kadar sahi, gerçek, doğum kadar yoğun. Gelen tatmadan gidemiyor, yok ben kalayım almayayım da diyemiyor, gidiyor mecbur vakti gelen...
Emir’in anneannesinin cenaze namazı kılındı Kzıltoprak Camii'nde bu gün. Emir’in anneannesi... Benim anneannem on iki yaşımın buz şubatında gitti. Emir vardır nereden baksan kırk dokuz-elli...
En çok, annemden bile çok severdi anneannem beni, küçük aklımla inanır, bilirdim, böyleydi. Altmışında mıydı, altmış beşinde mi gittiğinde, hatırlamıyorum. Bilmiyordum ki yaşını(kendi biliyor muydu ki) hâlâ da bilmiyorum. Emir’in anneannesi doksan beşinde gitti. Çekmeden, çektirmeden, torununun çocuğunu öptü, kokladı, kâmını aldı şu yalan dünyanın da gitti. Dilerim; dileyen herkese nasib olsun.
Benimki; anlatılanlara bakılırsa zor yaşadı, hep zor. Kimseye yük olmadı yaşarken, sırtında taşımasına rağmen dünyayı. Ne de burnumda tütüyor şu ara...
Ölüm üzüyor elbet, gidenin yaşı ne olursa olsun. Bir kopuş var neticede, bir daha göremeyiş, koklayamayış , dokunamayış...
Üzüyor evet de; kimi ölüm üzüyor ama acıtmıyor...

Sonra, açılan örtü yüzü kara dilencinin...

Yarın gel demişti, yarın gel al paranı! Alçak... Sabahı zor ettim, uykumu getiren ne varsa yaptım, televizyon bile seyrettim olduramadım. Uykusuzluğun umut pompaladığı gözlerle çıktım evden. Oh be, nihayet... Paramı alacaktım, dört aydır uğraşıyordum, döndüm durdum peşinde, kaçtı, oyaladı, saklandı, yalan söyledi, duygularımla oynadı vermedi de vermedi gitti paramı arkadaş. Az da değil ki unutayım gitsin! Az da olsa niye unutayım canım borç borçtur, Allah Allah...
Olmasa parası da vermese, hadi neyse. Aldıklarını görseniz, benden lüks yaşıyor, vermiyor paramı. Hani demişler ya “malım seni vereyim de mi kötü olayım, vermeyeyim de mi kötü olayım!” o hesap...
Bir de alay edercesine gelip bana anlatmaz mı sevgilisine aldığı Jean Paul parfümleri, birlikte gittikleri, tavlamak adına ısmarladığı kahvaltıları, yemekleri, adalarda modalarda gezmeleri... Salak n’olucak, salak...
Kandığıma mı yanayım, uykusuz, açbiil aç oralara yollandığıma mı...
Kös kös döndüm geliyorum eve, içimden de etme bulmaya dair ne kadar beddua varsa buluyorum küfür sosuna sunuyorum evrene götürsün o şerefsize iadesiz taahhütlü. Sunturluları sıralıyor yürüyorum öfkemden esrik, bacağımı bileğimden bir el kavramasın mı... Destur bismillah, tamam, tamam geri aldım bedduaları sayın evren.
Sen de nereden çıktın be kadın? Yere bağdaş kurmuş, kucağında bebesi, önünde çaprazlama ikiye katlanmış bir örtü.
-Allah rızası için, n’olur, şu yavruma acıyın, dilenci değilim, işsiz kaldım, ekmek param yok, evime dönecek param yok, hiç olmazsa bir yol parası Allah rızası için, Allah ne muradınız varsa versin!
Cebime attım elimi üç madeni, bir kâğıt... Hepitopu on üç lira... Vermezsem, bu gece de vicdanımın obsesyonundan ayaktayım biliyorum. Tereddütle aldım iki madeniyi elime, usul usul çıkarırken cebimden, önce uğultusu, sonra savurtusu geldi rüzgârın. Bir üfürüş üfürdü ki...
Sonra, açılan örtü yüzü kara dilencinin tüm foyasını meydana çıkardı. İlahi adalete olan sonsuz güvenim bir an olsun sarsıldığı için özürler aldı soslu bedduaların yerini...