AkıtmaRoman Meğer Oto-Kurmacaymış


  
25 Ağustos 2025

25 Ağustos 2025 mi, o da nereden çıktı? Uyumlu olsun diyeyse gün ay falan. Demek ki. Aslında sana -Elif’in aldığı ajanda- yazmıyorum biliyorsun içimin dökmelerini. (Yeşilçam repliği gibi oldu. Sanki sen bilmiyorsun sana yazmadığımı, usa vurumlarımın dışavurumlarını.) Bugün yapacaklarımı yazayım diye sana girdim, girmedim açtım. Sen bilgisayar mısın ki gireyim. Oraya da girmiyoruz ki. Bu girmek fiili de nesi cicim, olur olmaz yer ile ilgili kullandığımız. Bilgisayara gir, programa gir, konuya gir, bakmalı etimolojisine, kodladıklarına, bilgisine. Meclisinde Miele (Yazıyı okuyarak bilgisayara aktarırken mail dedim Miele yazdı, zengin şeysi.) oldum ben bir kaşı kaşı karaya geldi bak aklıma şimdi. (Hangi bir derdime yanam dağlar derdim var benim/başımı sevdaya salan bir paşa beyim var benim.) Güzel türküdür. Özellikle de iki söz arası nağme. Pek severim. (Bu parantezleri numaralandırıp dip not şeklinde en sonda mı versem, böyle bölüne bölüne yaz/oku ne bil’iim…) beni 98’lere, 99’lara götürür. 98 sonu 99 ilk yarısı. Depreme kadarki bölüm. Yedi buçuk senede biten okul. Okuldan sebep eve söylenmeyen doğrular. Düşünsene 25 yaşındasın ve ders sayısından sebep eve 21 yaşında söylediğin yalanı (alttan ders sayısı:8) sürdürüyorsun. Çünkü okul dört senelik normal bitimi süresinde bitmediği gibi, 56 olan toplam ders sayısının 51’i sende alttan. Bitme… Ne bitmemesi başlamammışsın ki sen okula. Girememişsin okul kafasına. Neden… Oooo şimdi bunun derinlerine insem neler çıkar. Yıllarca 9 aldığım zaman, 10 alanlardan neyin eksik denmesi mesela, yalnız çekirdek ailenin değil, geniş ailenin (geniş/aile/ var mıydı böyle bir şey! O zamanlar -babam zenginken, prezantablken- görüşülen insanlar denebilir belki. Ama aile… sanmam…) ailenin de gözde öğrencisi, hanım hanımcık çocuğu (içimde kopan fırtınaları bilmiyorlar tabii. Zahirde mis. Gerçi okul toplantısı dönüşleri -özellikle lisede- notlarımdan değil ama çenemden ve kopya verme girişimlerimden -en fazla yan oturuyordum bu kuralsevercilikle başka ne yapacaktıysam- sebep yediğim zılgıtlar sezdirmiş biraz o fırtınaları. Ama çekirdeğin içinde kaldığından el gün hep hanım bilmiş beni. Şimdi, çenebaz olmakla, fıkır fıkır neşeli bir genç olmakla ne ilgisi var hanımlığın. Nasıl dokumuş zihnin bunları birbirine. Var işte dedim ya geçen, böyle birbirine yanlış çatılmış eylem-sonuç bağları zihnimde. Şimdilerde söküp örneği doğru kurmaya/çıkarmaya çalıştığım. Bak bu da katmanlandıracak yazıyı, başka dallar çıkaracak orasından burasından ama yazmadan edemeyeceğim, bu yanlış çatılmış kodlanmışlıkları (Çatılmış, kodlanmış; iki tane mış arka arkaya, olmadı sanki. Bakarım sonra. Peki.) doğru örmeğe başladığında insan, bir başka hal geliyor üstüne, içine; işte nereye gelmek nasipse orasına. Kasmıyorsun mesela yeni örgüyü inşa ederken; ipi çok sıkmıyor, şişi/tığı neyle örüyorsan eline yapıştırmıyorsun. İşaret parmağının ucu ve avucunun içi ve bileğin (tığsa), dirseklerin ve kollarının üst kısmı (şişse) ağrımıyor. Öyle serin, öyle slovmoşın. Temaşa ede ede, ortaya çıkan desenin/örneğin tadına vara vara… Birinci sırada, ikinci sırada pek göstermiyor kendini. Gençliğin bir an önce olsun acullüğüne kaçmadan beşinci, altıncı sırayı örüyorsun ve bir bakıyorsun (tam da örneğin şeklini unutmuşken, ona odaklanmamışken) model çıkmış, şekillenmiş için. Ah. Ne güzel. 

    Şöyle bir önceki sayfalara baktım da, ben buraya nereden, neden, nasıl geldim, artık asıl konuya döneyim (Şart mı, bırak bu da böyle kalsın n’olur ki, yoo bi’şey olmaz. Olacağından değil de; ne diyordum/diyecektim onu göreyim, söyleyeyim içimde kalmasın diye. Peki.) diye; bu yazının teması 25 galiba. 25 Ağustos 2025 yazmışım başlarken bugün yapacaklarımı yazacak (bir de Yeşim'in arı hadisesinin içimi nasıl karıştırdığını anlatırdım belki. Aklımda iyi olduğunun sevinci vardı tarihi atarken çünkü.) işime gücüme bakacaktım. Neyse işte ne diyordum 25. Bu yazının ana izleği (ana temadan daha güzel geliyor kulağıma, tema tek başına güzel de yanına ana gelince sevimsiz sanki.) 25 Ağustos'tan 25 yaşındaki anıma gitmişim. Yeşim'in evin neresi (yaşadığın hangi eve en ait hissettin ya da kendini nasıl bir eve ait hissedersin) konulu alıştırması ile açıldı buraların kapısı, hatırladığım. Bir süre daha da kapanmaya niyeti yok belli ki. Orada burada şurada pörtleyecek. Demek ki -belki- zamanda yolculuk yapmalı oradan bugünkü bene eklemlenince içimi coşturacak materyalleri almalı ve dönmeliyim. Şimdi düşündüm de aslında o materyaller zaten benimle. Yazının yöneldiği bu klişe dünyasını sevmedim. Diyeceğim vara yoğa girmek fiili ile dalmayalım; girdiğimiz yere, gideceğimiz yere, girmeyi tahayyül ettiğimiz yere dikkat edelim. Bak! Arı, sen gir elbisenin içine, oradan çık yukarılara, gez o güzel vücutta bir müddet ve olmadık anda olmadık bir anı/acı bırak ve çık; ayyy bu erkek milleti de böyle değil mi. Ne! Erkek milleti mi sadece, kendini gerçekleştirememiş -ya da belki kendini/karakteristik özelliklerini gerçekleştiriyordur- insanların hepsi böyle. Yav işte herkes kendi seyr-i sülûkunda. Sen; onun, yolunu gidiş şeklindeki seni sokmalarından incinmemeye veya incinsen de hemen ambulansa atlayıp rehabilite olmaya bakacaksın. Zehri panzehre dönüştürmeye… Valla benim bir suçum yok; konu konuyu, kelime mottoyu doğuruyor ne edem yazmayam mı. Sen ne diyordum. Hayırlı yerlere girmekler, oraları hayırlandırmaklar, hayırla da çıkmaklar nasip olsun efenim. He pir de (Pir de yazdım evet sehven, bir de olacak ama o pir bana bugün ne diyor ona da bakayım ayrıca.) günü bir önceki geceden, olmadı sabahın seherinde planlayın; öyle gramla bardakla demiyorum göz kararı da olsa olur. Kabalama. 

Oldu. 
İyi günler. 
He, bir de bugün Arzu’nun doğum günü. 


27/01/1444

25/08/2022

06.34, Evimin Salonu

Bugün: Kadıköy’e git. Evi toparla. Son editlerin sayfadaki üstünden geç. Mahir Bey’e yaz. Hülya’ya hatırlat. Ayça’yı ara. Eski atölyeleri tara, Arzu’nun hediyesini bitir.

0 yorum:

Yorum Gönder