akitmaromandabugün etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
akitmaromandabugün etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

AkıtmaRomanda Akşamüstü Sayfası Ramazan Arifesi Ha Akışı Olmayan Sular Ha Cevabı Olmayan Sorular

  

28 Şubat 2025

29 Şaban 1446

15 Şubat 1440

Cuma, 17.33
 evsalonyeşilkoltuk

(İlk kez başlığı yazıyı bitirmeden yazdım. Bakalım ne olacak, yazı nereye gidecek.)

Liseyi hatırlamıyorum, daha önceleri çalışıyordu zaten. Üniversitede eve her gelişimin gidişinde mutfak balkonunda olurdu annem. Karşıki sokağın köşesinden 63’e aşağı akıp kaybolana dek ben dönüp ona baktıkça el sallardı. Okul bitip de İstanbul’a döndüğümde -diyecektim ki okul bitmeden işe başladığımı ve dahi İstanbul’a ricat ettiğimi hatırladım- işe girdiğimde Bayrakoğlu Market’in köşesinden kaybolduğum sokak değişti annemin balkondalığı değişmedi. Evlendikten sonra iki kişi el sallar olduk anneevi ziyareti bitimlerinde. En son 4 Aralık 2022’de Esenköy’deki evlerinin camından el salladı annem. Fotoğrafını çektim,  Mehmet’e bir başka el salladı son kez miydi dedim, beyimin ağlamalarımı susturmak için araya kattığı esprilerle karışık İstanbul’a vardım. Evden gidenin arkasından el sallamak, hayır dua üflemek anneliğin epigenetiğinden midir bilmem ben de yapıyorum aynı şeyi şimdi. Ne zaman başladığımı hatırlamıyorum ama. Olsun. 

Aslında kafamdaki yazı girişi çok başkaydı, bundan birkaç gün önce -Salı ya da Çarşamba-Mehmet’e el sallamak üzere camı açtığımda yüzüme vuran taze hava, kurumuş dallarıyla asil çıplaklıklarının üzerindeki karı umut nişanı gibi taşıyan ağaçlarla dans ederken (az önce okuduğun öyküdeki tamlama hezimetine mi özendin Behiyem bu ne Alla’sen ya, sil çabuk şunu) ve bana oh, iyi ki hayat var, iyi ki nefes var ve iyi ki el sallamalı Ayetel Kürsi (Ayet’ül Kürsi, Ayet’el Kürsi?) var dedirten duyguyu o zaman yazmış olsaydım bambaşka bir metin çıkabilirdi ortaya pekala. Nasip. Ağızdan buhar çıkaran günleri seviyorum.

Bugün kahveye misafirlerim vardı. Bu vesileyle fark ettim ki misafir ağırlama ezberlerim, epigenetiğim sükuta uğramış. Evladım yeni mi öğrendin sen bu epigenetik kelimesini. Olur olmaz her yerde konduruyorsun. Yoo çok eski biliyorum ki ben. Pandemi. Evlerde pek buluşulmuyor artık. Özlemişim lezzetini. Artık önümüz ramazan ağırlar durursun. Sağlıkla âmin. Sabah yazamadım, dün de, ondan önceki gün de. Hatta en son ne zaman yazdım hatırlamıyorum. Bulurum bulmaya da lazım bir bilgi mi emin değilim. 

Geçen gün nicedir yazılarını okuyamadığım -bloga eklemediğinden- Leylan ile de konuştuk, bütün direnmelerime rağmen aklımın bir yerinde dönüp duran yazma ve paylaşma/paylaşmama nedenlerini. Cümle acayip sarktı, yeniden başla.

Buraya -deftere/dünlüğe- yazdıklarımı bilgisayara geçiriyorum akabinde bloga da koyuyorum. Bazısını öyle oluyor ki kimse okumuyor, okuyorsa da haberim olmuyor. Konuşamıyor, bağ kuramıyoruz hasılı yazı üzerinden. Peki o zaman neden yapıyorum bunu. Geçen gün buna güzel bir cevap gelmişti zihnime ve devam cicim aferin demiştim kendime ama işte... Yetmiyor bazen bu şakacı dimağa bazı cevaplar. Yazı okurla bağ kurmak, bir nevi sohbet etmekse ve bu anlamda benimki bir garip monoloğa dönüşüyorsa anlamsız (mı) kalıyor...

Anlamsız kalır mı anlamsız olur mu. Bilemedim. Doğru yazacağım/konuşacağım düsturunu da dengede tutmalı, hem kendin hem iletişimde olduğun insanlar için. Öyle demişti biri birine “Seninle konuşurken, sana mesaj yazarken korkuyorum yanlış yapmaktan,” diye. Yok bana değil, bir sevdiğim bir başka sevdiğime dedi. Denge. İtidal. 

BARE ile mutat toplantılarımızın (bunu tekil mi yazmalı, mutat olduğuna göre birden fazladır toplanma sayısı zaten, bilemedim) sonuncusunda üzerine konuştuğumuz kitap hakkındaki fikirlerimizi paylaşırken Behiye, dedi, sen kitapları okumuyorsun, onlarla konuşuyorsun. Sevdim cümleyi ve ihtiva ettiği anlamı. Yazılarımı bloga koymak da böyle bir şeydir belki. Bilemedim. Nedenlerimin nedenlerini incele ve beni rahatlat ey etiyoloji. Kelimelerim kurumuş benim bu akşam. Duygu gelince yazmalı insan.

Bu haftanın yönergesini ben verdim. Daha onu yazacağım. Yeşim yazmış, koymuş sayfaya da ama okumadım henüz. Kendiminkini yazmadan okumuyorum. Hele şimdi hiç okumayayım kilitlenir kalırım. Baksana üç sayfa dolsun diye ne çok abidik gubidik şey yazdım. Neyse bu akşamüstü sayfası da böyle olsun efenim bir sonraki akışa kadar kendinize çok iyi davranın Hünkârım...

Kopuk/Gayret/Şiir


Fotoğrafım, AğaçlarNeGüzelsiniz Bakışlı Gözlerden Gelen
-Alkım ve Berna'nın Ortaköy Gezisinden- Hatıra
27 Kasım 2024 Cuma

 2 Şubat 2025

3 Şaban 1446

20 Kanunusani 1440 

Pazar, 05.50 suları

 

Düne bir şey yazamadım. Nicedir oluyor bu. Bazen günün tefeülünü okuyor, ilgili kitabın arasına izlek bırakıyorum ki o güne dair nasibimi sonra yazarım sana -kareli A4’ten hallice belki küçük belki A4 ederince sen karelisen- diye ama kalıyor öylece orada o izlekler. Allahtan NBDY ve haftalık yönergeli yazma temrinimiz var da görev telakki edip her salı oraya yazı koymaya çalışıyorum. Mesai saatleri içinde karalıyorum bir şeyler. Yani o kadar da haksızlık etme kendine. Yazıyorsun üç beş bir şeyler. Düzenli yaptıkların var hayatında. Yok yav ne haksızlığı öyle acı bir yerden söylemedim ki. Nasip olmuyor öncelikler değişiyor yazamıyorum ne yapayım. Kalem iyisin hoşsun da yazarken yazarken niye bir anda yazmaz oluyorsun. İçin görünüyor, mürekkebin var, ee bir önceki kelimeyi yazan da sen. Derdin ne. Tükenmişlik mi tatmak istiyorsun bir iki kelimeliğine. Hayır tükenmemişken neden bunu yapmak istiyorsun anlamıyorum. Bak ben bu satırları yazarken alttan bastırıyor düşünceler; Watsın’dan alacağını unutma, Çibo’yu da, dersini yap, sözlerini unutma, tutun diye bu kadar uğraşırken Yaradan, sen ne yapıyorsun... Kızgın demiyor artık benim canım zihnim bunları belki benden yılmıştır bilemem. Artık kızgın değil. Kabul etti, mal bu malzeme bu. 

Çaba varsa güzellik var. İyi ki dün, o güzel günü hatırladın. GAYRET. (Knut Hamsun Açlık- Ben toplumunda dışlanmışlık hissi ve çaresizlik.)

Aklıma bir şey geldi, telefona gittim ona bakmaya ve koptum. Kopuk çağın/zamanın  ruhunun kelimesi KOPUK. Bağ yok bağlantı yok bağlılık yok. Bağımlılık çok. Hepimizde. Türlü türlü. Geçen hafta buzdolabım bozuldu. Şaştık kaldık ilkin. At kat komşumuz Mustafa Amca, Rahmetli canımGülümserablamın (niye rahmetli büyük, bilmem giden güzel insan olunca rahmet de büyük olsun istiyorsa insan demek) eşi ve derin dondurucusu olmasa ayvayı yemiştik. Çözüm bulundu mu bulundu evet. Ama bu kadar muhtaçlık -herhangi bir dünyevi şeye- canımı sıkıyor benim. Tek muhtaçlığım Rabbime, canım Allahıma olsun istiyorum. Âmin. Bekle, sabahı kılıp geliyorum. 

***

İnsan böyle bölüntülü yazınca da eee, hiç ben bileyim ben işte öyle... Kahve öttü alayım da geleyim, içerken yazayım. Sen bu yazıyı bitirecen de ben de görecem. Görürsün görürsün nasipte varsa onu da görürsün.

Hani tefeül yapıyorum ya -biliyorum bana da yazdın ya Behiye sabah sayfalarında, bi’ sen dile gelmemiştin ey defter, sen sus bari içimdeki Behiyeler Hünkârlar yetiyor da artıyor zaten- dün iki de şiir ekledim. Bu haftaki yönerge benden. (Evet bu durumlar için kullanılan tetik kelimesini sevmiyorum.) Aylar önce Fatma Hoca ile yazmıştık aynı yönerge ile. Güzel bir alıştırma. Yazacağım yazıya fikir versin zihnimi açsın diye iki kitap iki şehir örüntüsü yapayım dedim. Açtı zihnimi, bugün salıya kalmadan yazayım diyorum. İnşallah. Diyorum bundan sonraki tefeüllerime de ekleyeyim şiir. 

AsrıSaadetten 365 Güne, gün 61, sayfa 157, günlerdir çılgınca aradığım, beni suizanlara salan,  zarf çıktı bu sayfanın arasından iyi mi. Meğer bugünün arasındaymış. Daha sabah bayağı arandım yine bir hayli ve en sonunda boş ver, günü gelince çıkar bir yerden dedim. Ah ya. Demek ki tam bırakınca... Demek ki. Allahım her işimde, her halimde mutlak sensin, idrakini, oluşunu, yaşayışını bana ve tüm iyi insanlara nasip et. Âmin. Bak tümle bütüne bakacaktın unuttun. Evet aslında biliyordum ben bunu. Ama içselleştirmemişsin demek ki bilsen unutmazdın. 

Gelelim 157. sayfaya. 

He geldik dinliyoruz. Oku:

61. Gün, cemaatle kılınan namaz ve imamet, ilk mescit Kuba, ilk Cuma namazı Hicret esnasında orada. Cemaate devam. Görev alma-verme; bunlar hep liyakatle. Denge.

Yazmadın yazmadın coştun Behiş. Evet de ne güzel oluyor bak, di’mi di.

Selçuk Baran ki sana bundan sonra S.B. diyeceğim bilgin olsun. 13 Aralık 952 sf. 230 17 Aralık 952 sf. 230-231, 21 Aralık 952 sf. 231 (Ne çok okudun bugün buradan.)

13 Hayatıma istikamet veremediğim için sıkıntılı ve kederliyim.

17 Allahım kurtar beni. (Sevdim bu cümleyi apostrofsuz yazılmış çünkü.)

17 Yalvarırım başka bir insan olayım, ne olur Allahım? İçimde mütemadi bir huzursuzluk, çırpınma ve hareket ihtiyacı var.

17 Ama yine de sana yüzlerce, binlerce teşekkür ederim Allahım, bana akranlarımdan hiçbirinin sahip olmadığı şeyleri verdin. (Canım SB, bu biraz ayıpçı bir cümle olmamış mı.)

21 Allahım, hiç mi bana acımıyorsun?

3 Ocak 953, sf. 231-232: Hem bu rahatlık ne kadar sürebilir ki?

 

Şiir 1: MCA Bütün Şiirleri sf. 76

Dünya Güzeli

Hadi bir tanem gene söyle

Kim kimin dünya güzeli

Kim kime deli divane

Ne olur gene söyle

Hadi benim dünya güzelim

Hadi canım

Hadi söyle...

 

Şiir 2: A. İ. Ben Sana Mecburum sf. 18

Süleyman

öbür ışıkları getir hadi süleyman

bulvarın ortasında dur bağırma

senin için bir yağmur hazırladım

Hadi ışıkları getir yağdıracağım

 

al bu nisan akşamını benimkini ver

sual sorup durma sevmiyorum

öbür ışıkları getir hadi getir

karanlıktan korkuyorum karnım ağrıyor

 

o kadını da getirsene portakal yiyen

porselen dişli kadını hani pantolon giyen

dur dolmabahçe saatini dinleyeceğim

onikiyi çalsın öyle getir hadi getir

 

deniz fenerinden mi çalarsın işte çal

kibrit mi tutarsın bilmem işte tut

öbür ışıkları getir hadi süleyman

Sana yağmur hazırladım yağdıracağım

 

sen kimsin süleyman bir de bu var

Yine ara verdim, tekleme e’mi kalem. Norberto Müslüman olmuş sanırım. Feysbuk fotoğraflarından çıkarım. Yazasım kaçmış benim. Evde ne çok şey vardı oysa aklımda, kalemin ucunda. Uykum da geldi bir yandan. Yersen o kadar basit karbonhidratı elbette acıkırsın. 

Ay ne acıkması uykum geldi diyorum sana sen ne yazıyorsun. Ayrıca poşe yımırta da yedim. Protein. Pardon. Pardon kelimesinin buradaki kullanımı yanlış. Bir öğretmenimiz anlatmıştı ama tafsilatlı açıklamayı unuttum. Tafsilatlı açıklama denir mi yav tafsilat zaten bir şey hakkındaki etraflı bilgi, uzun açıklamalar, ayrıntılar, demek değil mi. (Bkz. Etimoloji Sözlüğü: Arapça sözcük Arapça fṣl kökünden gelen tafṣīl تفصيل  "bölümlendirme, ayrıntılandırma, ayrıntı" sözcüğünün çoğuludur. Bu sözcük Arapça faṣl فصل  "bölüm" sözcüğünün tefˁîl vezni (II) masdarıdır. Daha fazla bilgi için fasıl maddesine bakınız.) Özür, af dilemek manasına gelse de duymayınca mı deniyordu neydi, unuttum dedim ya. Peki peki kızma. Allahım sana hamdolsun. Ay neyse benim yazasım kaçmış gidiyorum ben. Dizim de ağrıdı zaten. Yok o yoldan değil, yokuş çıkamam şimdi yoruldum.

Oldu.

Şen ve esen kalın.

Demirbank olsaydı emin olun iyi günler dilerdi ama kalmadı.


2 Şubat 2025 Çibo/Bahariye Pazar on ikiyi biraz geçe


Biliyorsun artık sevgili blog, yazıları sana defterdeki haliyle, eksiğiyle/gediğiyle koyuyorum. Nasıl yazıyorsam/yaşıyorsam öyle. Düzeltmesiz, bitimsiz (Yeni sevdiğim kelime, yeri değil ama seviyorum olur olmaz söyleyeyim istiyorum. Bitimsiz.), ortaya çıktığında nasılsa öğle. 

Gittim, kesin. (5 Şubat 2025 ev, kahverengi koltuk-ikili olan)


AkıtmaRomanda Başlık Bulunamayan Sabah Sayfası

21 Ocak 18.32 GüzelbirgününhediyesiŞaşkınbakkal

 4 Şubat 2025

5 Şaban 1446

22 Kânunusani 1440

Salı, evsalon, yerde 

halının üstünde iki büklüm bazen,

bazen de çocuklar, resim yaparken uzanır da çizer ya 

Öyle...

Sabah sayfası, oldu bugün kuşluk sayfası. Onu mu yapayım bunu mu yapayım derken oldu saat 10.27 böyle karın üstü yazmak da zor, dizleri karna çekip gömülünce de dizlerim acıdı. Ee kalk geç masaya yok yav böyle deneyeceğim bugün. Çelınç. Emre bir yerlere gidince sanki ev tatil oluyor. Annelik tatili. Yemek, çamaşır, ütü (ütü! Sen kolundan sebep nicedir ütü yapmıyorsun, hav he de geç işte, farzımuhal sayıyorum ben iş isimlerini) yapılmayası gelenler arasına giriyor. Her akşam dışarıda yiyesim geliyor mesela. Diyorum ya o gidince biz de tadilata giriyoruz bir nevi. Yani zihnim öyle telakki ediyor. Ebeveynlik tatili. Emekliliği yok bari acık ara tatili olsun diye beni rölantiye mi alıyor acaba canım bilincimin canım dışı. Hoş fiziki eylemlerle ilgili oluyor bu tatil fenomeni. Düşünsel annelik ilelebet, namütenahi, bitimsiz (sevdim seni bitimsiz hoş geldin dilime), daima, sürekli, baki, müselsel, payidar, layemut. Aradığım kelime layemuttu, buluncaya kadar neler geldi kaleme. Çok güzel di’m. (La (لا değil-olumsuzluk eki, mevtten (Mevt ﻤﻮﺕ ölüm), yemutu lā-yemūtu > lā-yemūt “ölmez” ölümsüz, ebedi.  Mevta, mevtin... meftun da mı bu kökten. Hayır cicim. O ftn kökünden. Ayy fitne mi yani. Dağıtma konuyu, çık bu parantezden.) Olmuş sana layemut, ölümsüz. Sonsuz ile ölümsüz aynı şey değil aslında bence. Ölüm son değil çünkü. Ölüm değil de, son olmayan vefat mı yoksa. İkisi de aynı şey değil mi. Değil bence. Ay neyse, sonra konuşalım bunu, etimolojilerine bakalım, araştıralım falan. Annelik diyordun sonsuz düşünme diyordun. Öyle, yani o konu o kadar işte. Emre yokken kendimi tatilde hissediyorum ve yemek yapmak gelmiyor içimden. Yapıyorum o ayrı.

Pazar günü, Emre yolda atlattıkları kazayı anlatırken senin duaların korudu, dedi. Ben de anneme söylerdim. Hâlâ derim; öyle sivri anları var ki hayatımın, oralardan darksaydageçmemiş olmam ruhumunbabasınınannekarnımdaelimdentutmasından ve annemindualarından mülhem. Kaymak an meselesiyken. Hamdolsun. Böyle el tutmalarımız daim olsun. Âmin. Hayat spiralli bir döngü. Tek çember değil ama. Anladık spiral dedin ya. Kıvrıla büyüye küçüle yükselen çemberimsiler. Bir zamanlar biri için kurduğun cümle gün dönüyor senin için kuruluyor. Güzel cümlelere özneliğimiz, nesneliğimiz daim olsun. Âmin. İlanihaye vardı bir de. O neydi, sonsuza kadar mıydı. Galiba.

Bir leyli inşiraha karışmaksızın Kemâl

Yandın ilanihaye remâd olmadın gönül. 

Hayır, o yaştaki çocuğa Şad Olmayan Gönül’ü niye öğretirsiniz ey öğretmen. İyi ki öğretmiş, çılgın. O zamanlar anlamlandıramadığın, bu da ne işe yarayacak dediğin cüzlerin hepsi hizmet etmemiş mi kendiliğinin her bir zerresine? Etmiş. Daha ne. Haklısın. Sustum. Dün Mehtap Hanım'la (yüzyogasıöğretmenim kendisi, tatlibirkelebek, kalbiyle, samimiyetiyle, yardımseverliğiyle...) yazıştık biraz; emek, birikim -hadi hırsızlık demeyeyim- aşırmalarının, aşırılan yerin hakkını teslim etmeden yapılan aparmaların ilahi adalet/karmadaki yeri ve sen emeğine, biriktirdiğine sahip çıkmayıp o tecelliyi bekledikçe bu aparmaların devam edeceği ve aynı yerden defalarca ısırılacağın üzerine.

Cümle çok mu uzun ve bir hayli mi düşük oldu. Sanırım. Anlaşılıyordur dert etme. Bir yerde, ne yaptığını görüyorum/biliyorum demeli kişi ve/veya kişilere. Gözümün içine baka baka yaptığın şeyin farkındayım, yapmana engel olamam belki ama FARKINDAYIM ve bu noktada da bunu senin (Mehtap Hanım’ın deyimi ile) karmana, Rabbime emanet ediyorum. Kalbinin iyiliğine göre versin sana bu yaptığının karşılığını. Âmin. Öyle iyi geldi ki. Rızam yok, ama karmana, Rahmana... Özetle vesile makamı kıymetli. Sende/sana vesile olanlara teşekkürle/ismini zikirle ilerlersen tarih senin sayfalarına mutluluğu yazar. Dizlerim çok uyuştu. Günün nasiplerini yazayım da gideyim. 

Oldu.

Guudeftırnın ya da gudaftırnun.

Şen ve esen kalın.

 Kelimeli Ajanda 2025: (Evet, bazen bunu da ekleyeceğim bundan sonra tefeül listeme.) 

Vuslat: Sevdiğine kavuşmak anlamındaki vesale kökünden türemiştir. Birleşme, buluşma, sevdiğine ulaşma anlamını Türkçede kazanmıştır.

Ben ilavesi: (وصلةBağlanma, birleşme -vesile ile aynı kök mü yoksa hayır vesile sinle yazılıyor ﻭﺳﻴﻠﻪ - vasıl, vuslat, visal... aynı kök.

SB Günlükler: 15 Ekim 968 (476. sf.)

Çok kısa yazmış bugüne Selçuk Hanım. Prust, Vermeer, Heandel’in violonsel konçertosu (dinle emi), gölgeye, suskuya, duyguların gerçeküstülüğüne, kendini seven bilinmeyen bir şeye, bir hiçe adamaya övgü... (Bugün ne dedin sen bana canım günlük.)

AsrıSaadet’ten 365 Güne BA, BH, BK, BKH: 23. Gün 57. Sf, Aldatmak bahsi.

“Peygamberimiz Enes bin Malik'e dedi ki: "Yavrucuğum! Kalbinde herhangi birine karşı bir aldatma (samimiyetsizlik) bulunmadan sabahlayabilecek ya da akşamlayabileceksen, bunu yap! Yavrucuğum! İşte bu benim sünnetimdendir. Kim benim sünnetimi yaşatırsa, beni sevmiş demektir. Kim de beni severse, cennette benimle birlikte olur."” (Bunu yaparak bir gün geçirmek... suizansız, düz, net. Ay ne güzel bir hafifliktir. Aldatan bizden değildir. Seni de yazayım da hak geçmesin canım hadis.)

*Her anında, surette, sirette samimi ol/dürüst ol/aldatma.

*Kendini de aldatma ve dahi aldatılmana -seni aldatmalarına- müsaade etme.

“Müslüman aynı yerden iki kere kendini ısırttırmaz.” (Kitapta yoktu ben ilave ettim. Bol hadisli bir yazı oldu, olsun.)

 

Şiir: 

ÖLMEK – YAŞAMAK 

Biri bana diye ağlıyordu

İlk defa el üstünde gittim

Kimse duymasın sizden gayrı

Ben yaşamasını bilmemişim

 

Çamlık pınarında yudum elimi

Sevdiğim kodu gitti hayırsızdı

Bendeki bir tutam saçı rüzgâra bıraktım

Ellerim ellerine değmişçesine sıcaktı

Şimdi bütün canlılar benden uzak

Şimdi bütün duyularım inkâr halinde

Sanki hiç duymamışım görmemişim sevmemişim.

 

Bir kadın siyahlar içinde taptaze

Bir çocuk iri gözlerini açıp güldü

Üstümde en acısından yeşil üç yaprak

Öyle duydum yaşama hazzını son dakikada

Öyle tepeden tırnağa

Kabilse farz edin ölmemişim                                                            1954

(Gülten Akın, Kırmızı Karanfil, sf. 35)



Ev salon, 12.28, evde çalışmak zor kardeş, 

dur kalk çok oluyor. Araya bir mutfak 

toplama, iki telefon bir ekmek şekillendirme girdi.

 

 

Günlük/Şiir/Uzayan/Günler/Hüzün

  

Birpazarsabahımodayayürürken
















1 Şubat 2025

2 Şaban 1446

10 Kânunusani1440

Cumartesi, Salon,

Yeşil koltuk, bazen masa üstü...

Kasım:86 Yılın 32. Günü, kalan gün 333

Ama neden bugün gündüzün uzaması 3 dakika! Uzayan günleri sevmiyorum ey defter. Yazı çağırıyorlar çünkü uzayan günler ve mutlak yaz bende hüzün yapıyor.

 

 


Su Çürüdü

2 

Zamanı yiyip bitirdi karanlık. Gece yoktu. Güneş çoktan kömürleşmiş ve yeryüzü yapışkan bir karanlıkla örtülmüştü. Yabanıl sesler geliyordu derinlerden ve karanlığı ince bir bıçak gibi yırtıyordu. Saklayan kırbaç gibi... Acı duvarını aşan bu sesler, madeni bir gürültüye dönüyor ve yerkabuğunu zorluyordu artık. Sesim yoktu. Karanlığın karnında yitirdim sesimi. Kör bir kuyuda unutulan Yusuf’tum belki. Ama durmadan soruyorlardı. 

Adımdan gayrısını bilmiyorum. (Ahmet Telli, Su Çürüdü, sf. 70)

 

ŞİMDİDEN BİR HATIRASIN

Mektup Aşklarıma

Şimdiden bir hatırasın

Bulutsa, tozsa, uçarsa

Bütün (aşklar) paranteze alınsın

Rüzgâr çanısın, rüzgârın diline dolanırsın

Ne bir şarkısın,

ne de dillerde nağme adın

Artık bazı şarkılar kadar yaralısın

 

Günler izmarit diplerinde biriksin

O zaman mutlaka bir trenle gelirsin

Köpüklerdensin, mavisin, sakinsin

istesen suyun tenine bitişirsin

ellerimi bıraktım, artık bunu sana yazsın

İçimde iki yaşlı balık varsa,

İçimde biri pulsuz, iki balık varsa

Biri sensen, gelirsen ve yok edersen

Bunu yazmak istiyorum sana

Sonra postalamak istiyorum

Pulsuz bir zarfla

Hiçbir mektup artık ikna etmiyor beni hayata

 

Bu kırmızı oyalarla saçlarımda

Beyaz bir tülbent gibi kalırsam

tenimde, süzemediğim tortularla

Gün olur sararırsa sayfalarda

Bıraktım ellerimi, sana bunu yazsın

Şimdiden bir hatırasın

 

Kırık kalplerle süslü bir sayfaysan

Camsan, saydamsam, beni kırarsan

Simlerimle sevişirim seninle

O süslü sayfaların üzerinde

İçimde iki mutlu yıl varsa,

İçimde biri simli iki kadın varsa

Sen, gelirsen ve yok edersen

Bunu yazmak istiyorum sana

sonra postalamak istiyorum

Simli bir yılbaşı kartıyla

Hiçbir mektup artık beni, ikna etmiyor hayata

 

Şimdiden bir hatırasın

Açmışsa bir sardunya saksıda

Bütün (aşklar) paranteze alınsın

Bıraktım ellerimi, artık sana bunu yazsın

mektuplar postaya takılırsa...

Ey aşk sen

Artık bazı şarkılar kadar yaralısın.                   Didem Madak, Grapon Kâğıtları, sf.40

 

 


Sırrında siyahın görünür şah.

Sis kuytuluğunda uzayan rah,

nisyana durur.

                        

Mrirac-ı vedud 

cem tutuşur

                        yönelir ruh.

Sözden 

                        dağılır 

sineye

                        güller...                                                             Ali Günvar, Ezyan, sf.18

 

SB Günlükler: 3 Aralık, 9 Aralık (Yazmamış yılı, sf. 429, 430, 431, 432)

Çok okudun bugün buradan Behiye. Evet niye öyle oldu. Bilmem. Canım çektiyse demek. 

3 “Yazarken niteliğini bilemediğim bir öç alma rahatlığı içinde buluyorum kendimi. Kimden neyin öcünü aldığımı doğrusu bilemiyorum. Ama doyurması en çok zevk veren bu duyguyu bol bol tadıyorum. 

Yazmam gerek. Çelişmelerimden, ayrıntılarımdan kişiliğimi arındırmak, başkaldırışlarımın anlamına varmak, ÖÇ ALMAK Ama, ruhsal sağlığımı korumak için yazmam gerek ama haddimi bilip bunlara şimdilik sanat adını vermeyeceğim. Çağdaş edebiyatı dosdoğru tanımadan buna kalkışmak fazlasıyla cüret olur. Yazacağım ve bekleyeceğim okumak için daha çok vaktim olana dek bekleyeceğim.”

***

3 “Bu yüzden de solcularla konuşurken kapitalist ya da statükocu, muhafazakârlarla konuşurken solcu, erkeklerle konuşurken feminist, kadınlarla konuşurken kadın düşmanı, dindarlara tanrı tanımaz tanrı tanımazlara geri kafalı olarak görünüyorum. Gerçeğin bir yüzü var. Ya da gerçek diyebileceğimiz pek az şey var. Gerçekler uğruna direnmeyi anlıyorum. Ama fikirlerde direnme ve kendi fikrine bağlılık uğruna karşı fikirleri tümden yadsıma inanca, giderek bağnazlığa götürüyor işi.”

 

3 Aşk imiş her ne var âlemde 

    İlm bir kıyl u kâl imiş ancak                   Fuzuli

 

3 Aşk gelicek cümle eksikler biter               Yunus Emre

 

9 “Uzun uzun düşündüm. Ne vardı böyle irkilecek? Sonra böyle irkilmelerin bende çok çok olduğunu ansıdım. Bir de Kafka’nın, Tanpınar’ın hikayesini ansıdım. Tanpınar’ın çocukken duyduğu ve hiç unutmadığı bir cümle vardır. Kadının biri, “Çimenlik de akşam çayını içiyor durdur,” der. Ben de bu, “Naciye Tanrı aşkına dur,” seslenişini kolayca unutamayacağımı sanıyorum.” 

                                               

Asr-ı Saadet’ten 365 Güne: İyi ve temiz ye, şükret. Verilen nimeti hayırla yad eder dile getirirsen şükrünü eda etmiş olursun. (Buna bak sen, derin burası.)


Bugün de böyle olsun yazılmışlara sığınayım. Zaten bunca yazılmış şiir, öykü, roman, türkü varken biz niye yazıyoruz ki... Çağdaş edebiyatı dosdoğru tanımadan buna kalkışmak fazlasıyla cüret olur. 

Oldu...

Nasıl istiyorsanız öyle olsun gün...

 

 

 

 

Eskiden Bir Instagram Postuydum/Beni Hoyrat Bir Tuşla Ah Ani Bir Kararla Sildiler



27 Temmuz 1973 
26 Cemaziyelahir 1393 
14 Orak 1389 Cuma 

Evlere sığamıyorum bugün. Sabahtan beri bahçedeyim. Yazdım, okudum, birikmiş işleri toparladım. Temizlik yaptım. Bilgisayarda. Defterimde bazen karınca dolaştı bazen bilgisayarıma adı kötü böcek yapıştı.

AkıtmaRomanda Öylesine Arşiv Niyetine

Dün Nur mesajımız sırasında “İlginç bir özlemek onun hissini belki bu. Yaş aldıkça tatlı tatlı artıyor. Neredeyse Fernweh gibi, farklı bir sıla hasreti gibi bir şeyler işte.” yazınca bir zamanlar bu bilgilere nasıl da hikayeyle geldiğimi hatırladım ve dahi paylaşmak istedim.

Zamanı oy, sesini sakla… unutulmasın


                                                          1 Ramazan 2024
11 Mart 1445
Pazartesi
Mehmetsiz sahur, gıcırdayarak yazan kalem ve yazamayan içikaynarBehiye, niyet ettim Allahım senin rızan için yaşamaya bugünümü ve ömrümün kalanını, âmin, uyansam, ılık bir şeyler -ya da sadece su- içsem, biraz yazsam,

AkıtmaRomanda Bir Sabah Sayfası Daha




12 Aralık 2024
11 Cemaziyelahir 1446
29 Teşrinisani 1440
Hicri Şemsi 1403
Perşembe, sekiz otuz iki
Salon, yeşil koltuk
20 gün sonra Regaip Kandili


Bugün geciktim sabah sayfası yazımına. Kuşluk sayfası -gerçi öncekiler de seher sayfasıydı,

AkıtmaRomanda Temize Çekilen Defterler




Ben Behiye Hünkâr Malkoç. Bugün 20 Haziran 2021 ve 9 (8 de olabilir.) Zilkade 1442. Hicri kırk dokuz yıl yüz otuz günlük, miladi kırk yedi yıl üç yüz küsur günlüğüm. Çokum yani. Böyle yazmaya azken küçük bir kızken başladım. Başlayış o başlayış yazdım. 

Bahçemdeki Korkuluk Nar Ağacıdır Erken Ölmüş İyi Giydirilmiş *

    Öldüğümde kalanlarım “… kaybettik,” demesin.
     Kaybolmadım ben.
     Öldüm, yatacağım bir müddet, doğacağım. 
     Bir dünyada sonlanan bir başka dünyada** başlayacak. Kaybolmadım ben öldüm, 
vefat ettim, ahirete irtihal*** ettim.
Siz kaybetmediniz, ben gittim. 

AkıtmaRomanda Apostrof


Bir Bodrum Sabahı Güneşten Önce Uyandın mı Hiç


27 Eylül 2024

13 Eylül 1440

23 Rebiülevvel 1446

Cuma

95 gün sonra Regaib Kandili

13 Mart 1840. Rumi takvimde başlangıç Hicret’tir. Esas alınan güneşin hareketidir. 

Hicret: 21. 06.622-02.07.622.

Akıtma Romanda Bugün Söz Dizimi

  

  8 Kasım 2023
24 Rebiyülahir 1445
26 Teşrîn-i Evvel 1439
Çarşamba, 09.02

Hep yav defter diye başlamışım ben sana yazmalara. Yav defter, sen benim çantamda taşıyabildiğim hafiflikte, yolda, çarşıda, dışarıda imdadıma yetişen dünlüğümsün. 4 Ekim 2021 Pazartesi’de almışım seni. Emre ile yürümüşüz. O metrobüse. Ben Kadıköy yolcusu. Senden iki tane almış yeşil olanı Emreme vermişim. (Emre’m yazılışına karşıyım. Benim olan şey nasıl apostrofla ayrılır benden.) Sarısen bende kalmış. Çok yazmamışım ama sana. Yolda, orada burada, küçük çantaların defterisin sen çünkü. Seksen peyc notbuksun hepi topu ve bitmemişsin. Dedim ya yolluksun sen. Küçük çantaların sarıseni. Şimdi bilgisayara yazdığım bu satırlar sende yok. Pazartesi sana yazdıklarımı buraya aktarmak üzere girdim ve bu girizgâhı uygun gördüm. Senin için de bir sakıncası yoktur umarım sevgili sarıdünlük.
***

Yav defter diye başlamışım sana yazmalara hep. Dün podkestte İshak Reyna dedi ki “Türkçenin dilsel olarak iyi kullanımı, düzgün kullanımı siz Türkçe öğretmenlerinin işi (burada bir anısını anlatıyor konuşmacı, hitap ettiği Türkçe öğretmenleri kitlesi, yer bir dil bayramı şeysi podkesti -Ben Okurum Deniz Yüce Başarır- dinleyince boşluklar dolar) biz yayıncılar yani edebiyatçılarla meşgul olanlar için bunun bir önemi yok. Hatta biz bozarız onu. Yani yazarın üslubu bozar onu. Yazar kendi üslubuyla öyle bir gerçeklik, öyle bir Türkçe yaratır ki o zaten. O yazarın olur zaten. Dolayısı ile bir edebiyatçı için söz dizimine uygunluk birincil bir öncelik olamaz.”

Neticede yazanın oyuncağı nedir. (Cevabı bilinen sorular soru mudur ki “?” konsun sonuna.) Kelimeler. Onları hep kurala göre dizerse ne manası kalır oyunun. Düşün Legolarınla hep şato yapmak zorundasın kural bu. Ne sıkıcı. Seni kerata işine geldi di’mi. Tam senlik çünkü böyle hercai açıklamalar. ((ﻫﺮﺟﺎﺋﻰ) Hercai, Farsça: Bir şey üzerinde sürekli durmayan, sözünden, kararlarından dönüveren, sebatsız, kararsız -kimse-. Ama bu olmadı ki burada o zaman. Olsun ben, kural esneten anlamında koydum bu kelimeyi buraya.)

Teyze pek bir baktı. Çok mu ses çıkardım acep. Bu da kulağında kulaklık, kamuya açık yerde yazmanın, dinlemenin handikapı cicim. Türküye eşlik ediyor ve kendi sesimin desibelini duymadığımdan çevreye verdiğim rahatsızlığı zerre miskal işitmiyorum. Bu sesle. Hee, bu sesle. Seviyorum ne yapayım. Sesim güzel değilmiş, duyanın kulağına yazıkmış. Ne gam. Böyle yaşayanlar var biliyor musun. Evet biliyorum. Bazen maruz kalıyorum hatta kalıyoruz. Kulaklarında, kalplerinde, gözlerinde tıkaç. Kendinden başkasına hatta kendi sesine sağır. Neyse ya ben bunu demeyecektim ki. Git sesini eğit. Yav bi’ git yazacaklarımı karıştırma, unutturma bana zihin misin Hünkâr mısın nesin. Peki ama sen neden alttan konuşanın Hünkâr üstten yazanın Behiye olduğuna hükmediyorsun ki. Ya neye hükmedeyim. Şu hayatın kaymağını Behiye yedi. Acısını Hünkâr içti. Behiye en fazla aşk acısı çekti. Hünkâr öyle mi ama. Ay Behiye nasıl yorgun, nasıl ajite cümleler bunlar. Yav boş ver Hünkârım ben senim sen benim hepimiz benim. Sen olmasan ben olmazdım. Behiye büyümelerini, evrilmelerini sana borçlu. İyi ki varız hep bile. Dün anneme uğradık. Güzel, seni çok özledim. İki yıl oldu sade rüyamda gördüm. Kimbilir (Bu bence de bitişik yazılmalı, retorik sorular bitişin de yazılın!) daha ne kadar var vuslata. Anneme gidelim, uğrayalım falan diyorum ya Mehmet de öyle diyor. Annene uğrayalım geçerken. Böyle konuşuyoruz. Annemin yeni evi öyle güzel ki; ışıklı, manzaralı (Kök: Nazar (نظر) Bakış, bakma, göz atma. Oradan oluyor manzar: (ﻣﻨﻈﺮ) Görünen yer, görünüş. Sonra da oluyor mu sana manzara (ﻣﻨﻈﺮﻩ) Gözle görülen, bakılıp seyredilen yer, mevki. Göze hitap eden şekil, biçim, görünüş. Gel de sevme bu dili, dilleri…) manzaralı, şehrin en güzel yerinde. Tam da istediği gibi. Ne üzülmüştü önümüzdeki köşkvari ev yıkılıp da apartman olunca. Ana caddeye paralel yan cadde de olsa görünen yol, hareketliydi neticede geleni/gideni, geçeni/konuşanı boldu ve annem artık göremiyordu orada biriken hikâyeleri. Hikâyeli bir kadındı annem, hikâyeleri severdi. Bir alemdi, ince esprili, şen. Arkadaşlarım bayılırdı. Güldoş derlerdi. İstemediği şeyleri yaptığımda küsebilirdi bazen bana ama ne yapsın korkardı elinden kayıp gitmemden. Annelik böyle bir şey bebeğim hamurun kulak memesi kıvamını bulana dek korkuların sana olmadık şeyler yaptırabiliyor, içinden canavar çıkarabiliyor. Kendimden biliyorum.

Şimdi mesela şu geldiğim noktada cümlelerim düşük, devrik, girişiktir eminim ki. Serbest çağrışımla gelişine yazdım ve fakat diyebilir misiniz ki bu yazı olmamış. Diyemezsiniz. Ben de diyemem yar diyemem. Perişan bir metin değil çünkü. (Aferim bu sefer türkünün sözlerini iyi yedirdin metne.) Bir duygusu/derdi/meselesi var yani. Yazarken beni böyle ağlatıp pek çok âna, duyguya götürdüğüne göre bu metin bence oldu. Varsın sözü sırasına göre dizmemiş olayım. N’olur ki. Yani bu konudaki temel fikrim, temele gerek yok, fikrim demek yeterli, evet. Bence yazarın; bu söz diziminden haberdar olmak, bilmek şartıyla önceliği olmayabilir. Ne dedim ben. Yani ustama katılıyorum. Hadi ya. Şirin şey seni. İyi ki katıldın fikre değer kattın. Aşk olsun. Demek istiyorum ki bu fikre ilave ile. Evet yazan kişinin önceliği söz dizimine riayet olmayabilir hatta olmasın amma ve lakin bu kuralları haiz olsun. Bilsin ki bozarken edebini takınsın. Bozmanın da bir adabı var di’mi ama, öyle gelişine, fütursuzca olursa, hizmet hakikatin önemsizleştirilmesine olur ki yazık olur.

Bence.

Oldu.
İyi günler.

10.06, Pazartesi
Çibo, Bahariye
6 Kasım 2023
22 Rebiyülahir 1445
26 Teşrinievvel 1439

 

AkıtmaRoman Meğer Oto-Kurmacaymış


  
25 Ağustos 2025


25 Ağustos 2025 mi, o da nereden çıktı? Uyumlu olsun diyeyse gün ay falan. Demek ki. Aslında sana -Elif’in aldığı ajanda- yazmıyorum biliyorsun içimin dökmelerini. (Yeşilçam repliği gibi oldu. Sanki sen bilmiyorsun sana yazmadığımı, usa vurumlarımın dışavurumlarını.) Bugün yapacaklarımı yazayım diye sana girdim, girmedim açtım. Sen bilgisayar mısın ki gireyim. Oraya da girmiyoruz ki. Bu girmek fiili de nesi cicim, olur olmaz yer ile ilgili kullandığımız. Bilgisayara gir, programa gir, konuya gir, bakmalı etimolojisine, kodladıklarına, bilgisine. Meclisinde Miele (Yazıyı okuyarak bilgisayara aktarırken mail dedim Miele yazdı, zengin şeysi.) oldum ben bir kaşı kaşı karaya geldi bak aklıma şimdi. (Hangi bir derdime yanam dağlar derdim var benim/başımı sevdaya salan bir paşa beyim var benim.) Güzel türküdür. Özellikle de iki söz arası nağme. Pek severim. (Bu parantezleri numaralandırıp dip not şeklinde en sonda mı versem, böyle bölüne bölüne yaz/oku ne bil’iim…) beni 98’lere, 99’lara götürür. 98 sonu 99 ilk yarısı. Depreme kadarki bölüm. Yedi buçuk senede biten okul. Okuldan sebep eve söylenmeyen doğrular. Düşünsene 25 yaşındasın ve ders sayısından sebep eve 21 yaşında söylediğin yalanı (alttan ders sayısı:8) sürdürüyorsun. Çünkü okul dört senelik normal bitimi süresinde bitmediği gibi, 56 olan toplam ders sayısının 51’i sende alttan. Bitme… Ne bitmemesi başlamammışsın ki sen okula. Girememişsin okul kafasına. Neden… Oooo şimdi bunun derinlerine insem neler çıkar. Yıllarca 9 aldığım zaman, 10 alanlardan neyin eksik denmesi mesela, yalnız çekirdek ailenin değil, geniş ailenin (geniş/aile/ var mıydı böyle bir şey! O zamanlar -babam zenginken, prezantablken- görüşülen insanlar denebilir belki. Ama aile… sanmam…) ailenin de gözde öğrencisi, hanım hanımcık çocuğu (içimde kopan fırtınaları bilmiyorlar tabii. Zahirde mis. Gerçi okul toplantısı dönüşleri -özellikle lisede- notlarımdan değil ama çenemden ve kopya verme girişimlerimden -en fazla yan oturuyordum bu kuralsevercilikle başka ne yapacaktıysam- sebep yediğim zılgıtlar sezdirmiş biraz o fırtınaları. Ama çekirdeğin içinde kaldığından el gün hep hanım bilmiş beni. Şimdi, çenebaz olmakla, fıkır fıkır neşeli bir genç olmakla ne ilgisi var hanımlığın. Nasıl dokumuş zihnin bunları birbirine. Var işte dedim ya geçen, böyle birbirine yanlış çatılmış eylem-sonuç bağları zihnimde. Şimdilerde söküp örneği doğru kurmaya/çıkarmaya çalıştığım. Bak bu da katmanlandıracak yazıyı, başka dallar çıkaracak orasından burasından ama yazmadan edemeyeceğim, bu yanlış çatılmış kodlanmışlıkları (Çatılmış, kodlanmış; iki tane mış arka arkaya, olmadı sanki. Bakarım sonra. Peki.) doğru örmeğe başladığında insan, bir başka hal geliyor üstüne, içine; işte nereye gelmek nasipse orasına. Kasmıyorsun mesela yeni örgüyü inşa ederken; ipi çok sıkmıyor, şişi/tığı neyle örüyorsan eline yapıştırmıyorsun. İşaret parmağının ucu ve avucunun içi ve bileğin (tığsa), dirseklerin ve kollarının üst kısmı (şişse) ağrımıyor. Öyle serin, öyle slovmoşın. Temaşa ede ede, ortaya çıkan desenin/örneğin tadına vara vara… Birinci sırada, ikinci sırada pek göstermiyor kendini. Gençliğin bir an önce olsun acullüğüne kaçmadan beşinci, altıncı sırayı örüyorsun ve bir bakıyorsun (tam da örneğin şeklini unutmuşken, ona odaklanmamışken) model çıkmış, şekillenmiş için. Ah. Ne güzel.


Şöyle bir önceki sayfalara baktım da, ben buraya nereden, neden, nasıl geldim, artık asıl konuya döneyim (Şart mı, bırak bu da böyle kalsın n’olur ki, yoo bi’şey olmaz. Olacağından değil de; ne diyordum/diyecektim onu göreyim, söyleyeyim içimde kalmasın diye. Peki.) diye; bu yazının teması 25 galiba. 25 Ağustos 2025 yazmışım başlarken bugün yapacaklarımı yazacak (bir de Yeşim'in arı hadisesinin içimi nasıl karıştırdığını anlatırdım belki. Aklımda iyi olduğunun sevinci vardı tarihi atarken çünkü.) işime gücüme bakacaktım. Neyse işte ne diyordum 25. Bu yazının ana izleği (ana temadan daha güzel geliyor kulağıma, tema tek başına güzel de yanına ana gelince sevimsiz sanki.) 25 Ağustos'tan 25 yaşındaki anıma gitmişim. Yeşim'in evin neresi (yaşadığın hangi eve en ait hissettin ya da kendini nasıl bir eve ait hissedersin) konulu alıştırması ile açıldı buraların kapısı, hatırladığım. Bir süre daha da kapanmaya niyeti yok belli ki. Orada burada şurada pörtleyecek. Demek ki -belki- zamanda yolculuk yapmalı oradan bugünkü bene eklemlenince içimi coşturacak materyalleri almalı ve dönmeliyim. Şimdi düşündüm de aslında o materyaller zaten benimle. Yazının yöneldiği bu klişe dünyasını sevmedim. Diyeceğim vara yoğa girmek fiili ile dalmayalım; girdiğimiz yere, gideceğimiz yere, girmeyi tahayyül ettiğimiz yere dikkat edelim. Bak! Arı, sen gir elbisenin içine, oradan çık yukarılara, gez o güzel vücutta bir müddet ve olmadık anda olmadık bir anı/acı bırak ve çık; ayyy bu erkek milleti de böyle değil mi. Ne! Erkek milleti mi sadece, kendini gerçekleştirememiş -ya da belki kendini/karakteristik özelliklerini gerçekleştiriyordur- insanların hepsi böyle. Yav işte herkes kendi seyr-i sülûkunda. Sen; onun, yolunu gidiş şeklindeki seni sokmalarından incinmemeye veya incinsen de hemen ambulansa atlayıp rehabilite olmaya bakacaksın. Zehri panzehre dönüştürmeye… Valla benim bir suçum yok; konu konuyu, kelime mottoyu doğuruyor ne edem yazmayam mı. Sen ne diyordum. Hayırlı yerlere girmekler, oraları hayırlandırmaklar, hayırla da çıkmaklar nasip olsun efenim. He pir de (Pir de yazdım evet sehven, bir de olacak ama o pir bana bugün ne diyor ona da bakayım ayrıca.) günü bir önceki geceden, olmadı sabahın seherinde planlayın; öyle gramla bardakla demiyorum göz kararı da olsa olur. Kabalama. 

Bu yazıya armağan ettiğim türkü:

https://www.youtube.com/watch?v=hU2o9srDJTs

Oldu.
İyi günler.
He, bir de bugün Arzu’nun doğum günü.


27/01/1444

25/08/2022

06.34, Evimin Salonu

Bugün: Kadıköy’e git. Evi toparla. Son editlerin sayfadaki üstünden geç. Mahir Bey’e yaz. Hülya’ya hatırlat. Ayça’yı ara. Eski atölyeleri tara, Arzu’nun hediyesini bitir.