Bir Tatlı Hüzün Almaya Geldim Kuzguncuk'tan



İnsan kadar, insanlık kadar eskidir yeryüzündeki ikameti dinlerin.Bir şekilde dünyada var olan insanın, bu var oluşa dair “ nedenleri, nasılları, eee sonraları” sorgulama yolculuğu mu dinleri var kıldı, insanla eşanlı mı var olmaya başladı dünyada, ya da insandan bile çok eski mi dinler tarihi bilmem lakin inanılan ya da inanılmayan şekle göre yaradanının adı, ibadet şekilleri,yöneliş yolları değişse de hep vardı, var...

Ayrıştıkları konular olsa da buluştukları temel yer, insanı iyiye,güzele,adem-i kamile ulaştırma uğraşı...

İnsan kadar,din kadar eski olduğunu,dinleri,insanı, tarihlerini buluşturduğunu ve dişi bir ruha sahip olduğunu düşündüğüm bir şehir İstanbul...

Derler ya taşı toprağı altın İstanbul..

Bence taşı toprağı habire evrilen bir ruhdan mücerret. Ruhundan el alan gönüllü yenileme işçileri martıları, güneşi,denizi,boğazıyla sürekli yenileyen kendini ve devr-i daimi hiç durmayan. Son yıllardaki pespayeleliği bile bir martının kanat çırpışı ile temizleyen, silen İstanbul..

Bir de o büyük dişi ruhun küçük kız kardeşi ruhcuğun ikamet ettiği, İstanbul’un Boğazında bir Anadolu köyü edasıyla salınan Kuzguncuk var..

İlkgençliğimin başlarında, yeri doldurulamaz coşkular yaşadığım, hayatıma, kişiliğime dokunuşlarının izlerini hala yüreğimde taşıdığım insanlarla tanıştığım yer Kuzguncuk...

Tiyatrocu olma sevdasına yollarına döküldüğüm Kuzguncuk...

Aidiyete dair ciddi açmazları olan beni bile kendine ait hissettiren Kuzguncuk..

Şekerin daha hayatımdan çıkmadığı o zamanlarda Çınaraltı’nda dumanlı,hummalı sanat sohbetlerimize,öğrenmelerimize orta kahvelerin katık olduğu Kuzguncuk...

Üç semavi dinin ibadethanesinin,tıpkı bu dinlere mensup insanların buluşup,sırtsırta verip bu kadim köyde yaşadığı gibi, sırtsırta verip birbirinden güç aldığı,-o kadar ki bir rivayete göre Caminin arsası Kilise tarafından hibe edilmiş- bu büyük işbirliğinin ödülü olarak da hala Anadolu köyü edasını evlerinin cumbasında,denizinin dalgasında saklayan Kuzguncuk...

Hayatımdan şekerin çıktığı bu yıllarda Çınaraltı’nda sade kahvemi içtiğim, Hazinelerimle kahvaltı yaptığım, kitap okuduğum,pazarına gerçek yumurta almaya geldiğim Kuzguncuk...

İşte bu Kuzguncuk’un sokaklarını arşınlarken son yıllarda bir türkünün melodisi sözleriyle beraber dilime dolanıyor, acısı, hüznü de yüreğime .. Kimi zaman gözümdeki yaşlar da yerçekimine itaat ederek mevcut süreçteki yerini alıyor..

Bütünleşti niye bilmem Kuzguncuk ve türkü bende. Sanki Boğaz’ın suları Dicle’nin kahverengiyeşiline boyanır, arkadaki küçük tepe, ardında genç aşıkları çarptığına inanılan Kırklardağı’na dönüşüverir.İcadiye’den aşağı,sahile yürürken yanımdan koşaradımlarla kiliseye yönelen güzel kız Suzan, ışıklardan sağa döndüğüm sırada sırtıma teğet geçip Camiye, Cuma namazına giden de Adil...

Suzan, Kırklardağının ardındaki ziyarete binbir adaklar adanarak kırkından sonra bulunmuş,Ziyaret’in ana-babasına armağanı güzeller güzeli bir Süryani kızı, Adil yakışıklı Müslüman komşu oğlu.. Sevmişler, çok sevmişler birbirlerini, anababalarına, dinlerinin ayrılığının kavuşmalarını imkansızlaştırdığına aldıramadan- kalp bu; dinine, rengine göre titremez ki kaşındakinin, bambaşkadır bu yürek titreyişlerinin sebebi ki daha bilim dahi çözememiş-...

Dayanamamışlar gayrı bu hasrete, buluşmuşlar Kırklardaği’nın ardındaki ziyaret(türbe) yakınlarında, o güne kadar sadece kalplerini, gülüşlerini, nazarlarını hediye ettikleri birbirlerine, birbirlerini,birbirlerinin en değerli hazinelerini sunmuşlar..

An varmış o an, sadece o an ve o andaki onlar, ne ana,ne baba,ne kilise,ne cami,ne de sonrası..

Sonrası varmış ama, tüm melanetiyle varmış. Güç bela kenetlenmiş elleri çözülüp ayrı ayrı dönüş yoluna koyulmuşlar. Suzi(Suzan) sularına gark olmuş dönüş yolunda, tarih boyunca nice makus talihliyi de koynunda uyutan Dicle’nin.. Adil duymuş kalbini verdiği Suzisini suların aldığını, nasıl yaşasın kalpsiz,aşıkın aklı da kalbinin içinde bir küçük huzmedir zaten.Yitirmiş, kalbini, aklını, Suzisini, her şeyini...

Başkaları duymuş olanları ve vermiş hemen hükmünü sınanmadıkları günahın masumu olduklarını unutanlar: Ziyareti kızdırmak olmaz, çarpar işte böyle adamı, aşk,sevda dinlemez...

Başkaları daha duymuş olanları daha içli,daha insan, kendinden olsun olmasın dertli ile,acılı ile hemhal olabilen başkaları..Bu türküyü yakmışlar...

Ziyaret’in Kuzguncuk’ta olmuş olmasını çok istememdir belki, her buralara gelişimde “köprü altı kapkara/Suzan gel beni ara/ Saçlarıma kumlar doldu/Tarak getir sen tara..”diye sızlaması yüreğimin..

Ya da Kuzguncuk’un buluşturan, birleştiren, bir arada yaşatan küçük kızkardeş ruhunun, o talihsiz kadim topraklara da sirayet etmiş olması ütopyası ve oralarda da buluşması dinlerin, insanların, aşkların, aşıkların...











0 yorum:

Yorum Gönder