Sene-i Devriye-i Roboski



“Her şey değişip akmada,bu hâl beni hayran bırakmada..”


Demiş vakt-i zamanında şair. Ne yazık ki hâlâ her şey değişip akmada, bu hâl ise; kalbi kalplaşmamış,kalb gibi atan, vicdanını, sağduyusunu, bu her şeyi tüketen, adına kapitalizm denen canavara kaptırmamış insanları pek hayran bırakamamada. Yüreklerini eline alıp sıkıp sıkıp bırakmada ve bunu hep yapmada.

Bir yılbaşı arifesiydi, o meşum gün gelip çattığında, ana akım medyada yer almayan, ayyuka çıkınca özrü kabahatinden büyük açıklamalara gark olunan...

“Bir yıl geçti üzerinden “ dememize birkaç gün kaldı Uludere/Roboski’de yaşananların. Bir yıl geçti neredeyse, siz adına ne derseniz  –ister Roboski, ister Uludere- deyin körpe bedenlerin kanıyla boyanan, hiç silinmeyecek kara bir lekeyle kaplanan memleket toprağında yüreği dağlanan anaların yükselen feryatlarını duymadığınızın üzerinden. Sağır kalınan, tesellisi namümkün acının, ilanihaye yakılacak ağıtların duyulmayışının, bir daha hiç ağız dolusu gülemeyecek insanlarının diyarının üzerine bu ağır yükün bindirilişinin üzerinden neredeyse bir yıl geçti.

Yirmisini görmemiş daha, sevdiğine teklif vermiş,  kabul görmemiş, karşılıksız...  Bir şansı daha yok bilmiyor ki bir daha aşk ateşiyle yanacak mı yüreği. Yüreği de yandı körpe bedeniyle çünkü.

Lise ikiden ayrılmak zorunda kalan Salih’in sevdası karşılıklı. Fotoğrafı bile var telefonunda sevdiceğinin, bir de kolye almış “zamanı gelince alırım senden anne” diyerek anacığına emanet ettiği, şimdi ise annesinin öpe, koklaya kalbi vurdukça saklayacağı.  Hepsinin var bir hikayesi, hepsi ayrı bir ıstırap vesilesi. Kalanlar deseniz bin beter...
34 hayat, 34 can...
Hiç uğruna, nahak yere, kuru bir özürle geçiştirilen, değersizleştirilmeye çalışılan...
İler tutar yanı olmayan, dile, yüreğe onca duygu akın ederken sökülüp de kağıda dökülemeyen...
Kimi ilk kez gitmiş, kimi iki,üç,beş...
Hepsi, Hepi topu 100-200 lira kazandıracak mazot, şeker, sigara için...

Hiçbiri de zenginliğine zenginlik katmak için, ev, araba, lüks tüketim gereçleri için değil, hayatlarını idame ettirebilmek için, geçinebilmek için gitmişler. (Ki ne için giderlerse gitsinler hak mıdır, reva mı bu yapılan? Varsa bir suç unsuru, legaliteye -adalete- göre yapılsın gereği!) Kardeşlerine, ana-babalarına, eşlerine bakabilmek, bir gün daha kotarabilmek için koparıldıkları umutlarından. Yaşadıkları coğrafyanın ve ne yazık ki basiretsiz idarelerin kendilerine yüklediği ağır sorumlulukla aşmaya koyulmuşlar yıllardır gidilip gelinen çetin yolu...
Bilememişler, bilseler gitmezlerdi ki...
Şimdi yine bir yılbaşı arifesi...
O meşum, tarifi imkansız,  havsalaları dumura uğratan günün üzerinden bir sene geçecek.  Ne oralarda, ne buralarda pek de bir şey değişmiş gözükmüyor ne yazık ki. Hala aynı, hep aynı. Oradakiler acılarına, öğrenilmiş çaresizliklerine gömülmüş, yakın zamanda öğretilen umutsuzlukları ile canlarından koparılan canlarla rüyalarında bütünleşiyorlar, bu dünyadan umudu kesmiş, Yaradanlarına sığınıyorlar çaresizlikleri ve tevekkülleri ile. Buradakiler evlerinde, orada,burada yılbaşı akşamını nasıl geçireceklerinin planlarını yapıyor, metrelerce uzayan kuyrukta saatlerce bekleme pahasına aldıkları bilete çıkarsa ne yapacaklarını tasarlıyorlar. Mazot, şeker, sigara yok listede.

Umut da tükeniyor gitgide üstelik; insana dair, ülkeye dair, geleceğe, akıp gidecek her şeye dair...

Tek bir cümle kalıyor dilimize pelesenk, ciğerimize yangın,değişmeyecek olan:
"Unutursak seni kalbimiz kurusun Roboski!"

0 yorum:

Yorum Gönder