Ya Aramasaydı Ya Gelmeseydi




Hatırlıyorum...

Üst başlığı beni aldı nerelere götürdü, neler düşündürdü neler neler... Diyeceksiniz ki kardeş sendeki de ne gitmeye teşne dimağdır konu dışı her yere anık da bir konuya vakıf değil. Bak öyle değil, yazınca "Aaa diyeceksiniz aslında ne kadar da hatırlamakla ilgiliymiş!" Ya da demeyeceksiniz ya da belki sadece yukarıdan aşağıya "yorum yaz" silsilesinde görüp geçeceksiniz, okumayacaksınız. Olsun ben yazayım da, bu da burada dursun da...

Ay ne çok uzattım de mi.

Bir süredir kendime biçtiğim rollerle hayatın bana sunduğu imtihanları daha kolay ardımda bırakıyorum hamdolsun.

Bir kere Dalgacı Mahmut'um ben artık. Yok, onu şimdi anlatmayacağım.

Sonra...

Şimdi anlatacağım hayatı büyütme küçültme uygulaması. Daha tam isim bulamadım aslında belki yazının sonunda o da çıkar. Hani şu cümle akıllı telefonlarımızda var ya üç parmağımızı içeriden dışarıya açmak suretiyle ekranı büyütüp, parmak uçlarımızı avuçlarımızın içinde toplayarak da küçültüyor eski haline getiriyoruz ya; işte onu uyguluyorum kriz anlarımda. Moda terimle büyük resmi görmek...


Biriyle mi tartıştım ağız dolusu kusmak mı istiyorum yüreğimin zifosunu hoooppp küçültüyorum ve büyük resme bakıyorum. "Onu dersem oradan o çıkar bana bunu der buradan bu karışır o olur, bu olur." Sevmiyorum büyük resmin halini. Demiyorum diyeceklerimi. Yok susmuyorum, söylüyorum da; halince, usulünce söylüyor oluyorum.

Trafikte biri nahak yere önüme geçti, yetişmem gereken yere yetişmeme mani mi oluyor envaiçeşit dangalaklıkla -bak bu da çok ayıp meselâ, şimdi yazı gereği kullandım, yoksa artık asla -emin misin- bunu da demiyorum; ne öyle ayıp ayıp kelimeler- ve bir de zeytinyağlık mı yapıyor; hemen üç parmak giriyor devreye ve o önüme çıkan arabanın aslında beni muhtemel kazadan kurtardığını görüyorum. Gülümsüyorum.

"Anladım Allah’ım diyorum, anladım Allah’ım…

Bir süredir Emre, kendi imtihan döngüsü içinde bırakın on bir yaşındaki bir çocuk için büyükler için bile zor olabilecek günler yaşıyor. Üzülüyorum, kendim yaşasam üzüleceğimden daha fazla hem de çok daha fazla üzülüyorum; lanet olası federallerden sebep değil, içimdeki prolaktin ve oksitosinden sebep... Umutsuzluğuma hapsolacakken tam "Dur diyorum kendime, dur. Şu an uzun bir filmin, büyük bir resmin sadece bir noktasını görüyorsun; zumla küçült ekranı küçült bak kim bilir neler neler olacak bunu atlatınca. Kendine katması gerekenleri katıp devam edince hayatına. Ya da evet bak resmin burasında bu üzüntüyü yaşıyor ama şurasında da bir sürü sevinç var, iyilik var, hoşluk var." Ya da yıllar sonra iyi ki de olmuş bu olanlar diyecek. Ki bundan o kadar eminim, diyecek. Ben diyorum çünkü:

Yirmili yaşlarıma çok az kalmış. Üniversite birinci sınıf. Hemen koştum tiyatro seçmelerine, katıldım kulübe. İstanbul'da hasbelkader dört çocuk oyununda oynamış, Salih abiye rüştümü ispat etmişim. Ormanda bin kaplan gücündeyim kim tutar beni. Çalışmalar akşam tabii, eve geç dönüyorum. Dayımlarda kalıyorum. Dayım, canım dayım hoşlanmıyor tabii ama çok da seviyor ses edemiyor. Neyse babamın kulağına gidiyor bir şekil bu geç gelmeler. Bir hışımla aranıyorum cuma günü. Bursa'ya dönmeyecekmiş gibi hazırlanıp gelmem, bu senenin böyle geçeceği, seneye de İstanbul'da bir yer kazanırsam okuyacağım söyleniyor. Gözler aptal surat soru işareti dönüyorum İstanbul'a. Yok yaa kedidir kedi ikna eder dönerim elbet diyorum ve bu yüzden de hiçbir eşyamı almıyorum yanıma ama nafile. İlk kez babamı bu kadar kunt görüyorum. Oyuncu olmama karşı olması mı, emanet olduğum eve geç gelişlerim mi ya da ispiyoncu kuşun söylemleri mi bilmiyorum bu keskinliğin kaynağı, bildiğim kararlı beni göndermeyecek. Hemen dayımı arıyorum gizlice. Gel beni götür babam bırakmıyor diye. Biliyorum çünkü; babamın hayır diyemeyeceği tek kişi Dayım... Ah dayım... Rahmet olsun sana, yattığın yerde nurlan... Alıyor götürüyor hasılı beni. Tek bir şart var tabii. Tiyatro da, eve geç gelmeler de yok...

Ezcümle elveda sahne tozlu hayallerim, elveda palyaço burnum...

Çok üzülmüş, günlerce leylâ misali gezmiştim naçar. Bir iki ay sonra alıştım tabii. gidilen tiyatrolarda izlenen oyunlara seyirci kalmaya, sahnedekilere, avuç içlerimin birbiriyle son buluşmasına ruhumdan üflediğim özlemimi de katarak yollamaya, her reveransa bir parçamı da iliştirerek oradan ayrılmaya.

Geldi zaman geçti zaman, borsacı oldum babamdan sebep. Çok sevdim işimi hem de çok.

Yine geldi zaman geçti zaman yeter dedim yeter başkaca seveceklerim var onlara evrileyim bir koşu.

Hazinemde buluştu cümle sanata dair yeteneğim, masallar uydurdum ona, keloğlan oldum, timsah, gölde yüzen kırmızı balık... Hatta resim bile yaptım Allah sizi inandırsın, tahammülfersa. Geldiğim noktada ya diyorum ya o telefon babama edilmeseydi ya ben oyuncu olsaydım ya Mehmet'le tanışamasaydım ya Hazinem olmasaydı ya dayım gelmeseydi beni almaya...

ya...
ya...
ya...
ya…

Hiçbir "ya"nın devamını getirmek istemiyorum.

İyi ki diyorum iyi ki!

"Olmuş olan olmuş olacak olanlar arasında en hayırlı olandır."

Muhyiddin İbn Arabî

(Yeşim Cimcoz, Sanal Yazı Atölyesi- Hatırlayın- Hayatınızda önemli bir 'an'ın öyle olmadığı başka türlü yaşanabileceği  olasılığını düşünmek üzerine bir çalışmanın tezahürü)

0 yorum:

Yorum Gönder