AkıtmaRomanda Uzayıp Giden Bir Sabah Sayfası

  


1 Mart 2025

1 Ramazan 1446

1 Şubat 1440

Cumartesi, 06,17 

YK

Neden buluşur insanın yolu bir başka insan, olay, kurum/kuruluş ve dahi durumla. Dilimin kenarını ısırma acısına uyandım gece. Yaş ilerledikçe türlü icatlar çıkarıyorsun Behiye. Sorma ne yanak ısırma ne diş sıkma, son kertesi de dil... Yoktu böyle şeylerim. Yaşla öne/aşağıya meyleden çene mi acaba bunun müsebbibi. Yerçekimi diyorsun yani. Bilmem. (Bir şey değil ya fark etmez de koparırsam Allah muhafaza. Konuşamazmışım. Mehmet öyle dedi. Ay Allahım sen koru YaRabbim.)

Belki vardı da sen farkında değildin. Başka taraflara baktığından ağzının içinde olanlardan bihaberdin. (Haberciler, kitap okuyan sesli kitap insanları ya da karşılaştığım kimileri bu kelimeyi kullanmak suretiyle beni kısa söylenen bihaber duyuşuna maruz bırakanlar size sesleniyorum: Bi’yi biraz uzatın ya da habersiz deyiverin gitsin. (https://sozluk.rtuk.gov.tr) Canım acıyor kulaklarım kısa bihaberi duydukça. Kapa parantez. Tekrar aç parantez Mehmet açtı bir şey dinliyor ve bu ses zihnimi dağıtıyor. Çok toplu olan nizamlı, intizamlı, ne yapacağına, ne diyeceğine/yazacağına daima hâkim canım zihnim bocalıyor şu an.) 

Olur mı canım, ağzımın içine bakmasan da acısını fark ederdin; nasıl gece diline elektrik verilmiş hissiyle uyandın. Daha önce de olsa fark eder, bilirdin. Bilmek, öğrenmek, yaşamak, öğrendiğinle amel etmek, ölmek. Değişik, güzel makamlar. Beklentisizlik makamı en güzeli -mi- olmuyor ki bir yerinden yakalıyor insanı bu hırçın duygu. Beklenti duygu mu, evet herhangi bir konuda gerçekleşmesi istenilen veya umulan her türlü olguyu içeren duygudur kendisi. 

Dün yazdım ya yazılarımı bloga koymak, onlar vesilesiyle bağ kurmak, okunmayınca neden yapıyorum ki bunu demek, sonra boş ver koy unut, tek bir bağ bile -sen şu an haberdar değilsen bile bu bağdan- olsa iyidir, diye düşünmek. İyidir yerine evla yazmak istedim sonra vazgeçtim. O da tam karşılamadı içimdeki kelimeyi/duyguyu, iyi de karşılamıyor gerçi. Neyse. Yazdığını bloga koy/serbest bırak dönerse senindir, deniz bilmezse balık döner. Nöroloğa gideyim, diyorum. Takdim tehir ( kulaklarınız çınlasın muhasebe müdürümüz Nimet Hanım) çok yapıyorum bu ara; zekâ yazacağıma zake yazıyorum misal. Hızlı yazmakla da ilgili olabilir tabii. Annem erken yaşta demans tanısı aldığından ürküyorum bazen. Gerçi o unutmayı seçmişti. Ben hatırlamayı seçiyorum. Hatırla, hatıra, hatır, hatırat. Hatırlamak -en azından unutmamak- için de elimden geleni yapıyorum. Sitokilinimi içiyor, sudokumu çözüyor, yazıyor yazıyorum. Her akşam olmasa da haftayı geçirmemeye çalışarak attığım adım sayısı, kimlerle konuştum, ne yaptım, nereye gittim ve o güne dair hissim neydi, geriye döne döne yazıyorum. Hatırlamak iyidir. Zihin zaten sana lazım gelmeyecekleri itina ile unutturuyor, gâhi acı, gâhi tatlı... Bu haftaki yönerge benden. Bazı öğrenmelerim var ki benim, komik, fena çuvallamalar neticesi. Pek de güzel yerleşmiştir bu öğrenmeler içime. Ezcümle: Çuvallamalarımızdan öğrendiklerim, sarsaklıklarımdan öğrendiklerim, hatalarımdan öğrendiklerim… diye başlayalım bakalım yazı bizi nereye götürecek.

Emre küçükken bir soru sorardı. Soruya göre hatırlamıyorum/bilmiyorum dediğimde son harfi uzatmak suretiyle hatırlaa/billl diye bağırırdı. Bilme, hatırlama gayretime katkısı olmuştur tahminim. Teşneyim zaten o ayrı. Bilmelere, öğrenmelere doymayan bir tatlıBehiye var derunumda. Her öğrenmem tatlı olmuyor, olmadı ama. Çuvalladıklarımdan, büyük konuştuklarımdan, hatalarımdan, gücümün yetmediklerinden de öğrendim bir hayli. Üstelik sanırım bu öğrenmeleri hayatıma işleyişim daha eylemsel oldu. Misal bir arkadaşım ruh hali dalgalıyken gittiği berberde büyük bir hayal kırıklığı yaşayınca kendi berberime götürmeyi teklif etmekle kalmayıp götürmem ve bir önceki berberin hezimeti, özel hayatındaki kızgınlıkları ne varsa benim yirmi küsur yıllık berberimin üzerine boca edişini seyretmem; davranışına kefil olamayacağım kimseye bir şey önermemem gerektiğini öğretti. Hoş bunun bir başka halini yıllar önce anneciğimin verdiği takvim arkası yazısında “sizden tavsiye istenmedikçe kimseye tavsiyede bulunmayın” okumuştum ama kitabî bilgiyi tefekkürle içselleştirme becerim gelişmemişse demek. Ya da amelî bilgi galebe çalmış. Bak, hatıra hatırayı açtı, başka şeyler yazacaktım ama işte zihin kıvrım kıvrım akacak mürekkep kalemde durmuyor. Görümcemin (Biz gençken içinde bulunduğum yapıda bu ilişki adlarını bilmemek havalı bir şeydi. Domestikus ya da aileyi kutsayan görünmek ayıpçı şeylerdi. Oysaki ne güzel tek kelimeye indirgenmiş/yüklenmiş ilişkiler/müesseseler. Bu yazı uzadıkça uzuyor. Yönergeye girdikten sonraki kısmı NBDY’ye, önceki kısmını bloga mı koysam, kızlara ayıp olmasa. Bu ne destan mı istedik biz senden NBDY’nin B’si demeseler. Demezler, merak etme ama fazla da dağılma hadi yaz artık, daha gidip bu ramazanın ilk sabah namazını kılacaksın.) (Önceki sayfaya bakmalıyım nerede kaldığımı hatırlamıyorum. Bir çelınç yap ve hatırlayabildiğin yerden sürdür yazıyı. Peki.) 

Görümcemin kızının müstakbel kayınvalidesi ve sair akraba nişan bohçası ya da iade-i çeyiz ziyareti yapacaklar. On yedi on sekiz yılı vardır bu anının. Ben yenianne, sigarayı bırakmaya muktedir, en sevdiği kahve eşlikçisinden oğlu için vazgeçmiş cevval Behiye, altı aylık hamile olduğunu tahmin ettiğim ve fosur fosur sigara içen konuğa, keşke bu kadar sigara içmeseniz, karnınızdaki bebeğe üzüldüm doğrusu, deyiverdim. Hamile değilim, dedi kadın. Bir rahatsızlığım var ve karnım su topluyor, bebek değil o şişlik su. Allahım, ışınla beni buradan nereye olursa olsun. Hayır sana ne. Neymiş anlamadan, iç yüzünü bilmeden ahkam kesmemeliymiş. Hatta hiç ahkam kesmemeliymiş. Moda heştegle dinliyorum ama yargılamıyorum.

Bak şimdi bir sahne daha geldi gözüme alakalı mıdır bilmem ama komik. Hatıraların görümce kapısını açınca oradan sökün ettiyse demek. Görümcem namaza başladı, duaları, ayetleri, sureleri ezberliyor falan. Öğreniyoruz ki konuşan seccade varmış. Namaz surelerini okuyormuş. Alayım dedim ezberlemesi kolay olur. Bir zaman sonra karşıya geçtiğim bir gün aldım ben bu seccadeyi. Vapur, Eminönü lezzetli ritüelleri hayatımın. Neyse indim vapurdan ellerim dolu, otobüse bindim. Yüküm ağır yürüyemem çünkü. Şoförün bir ya da iki arkasına oturdum. Derinden bir Fatiha sesi geliyor. Ay ne güzel bak şoför dinleye dinleye sürüyor arabayı. Kimse bir şey demese dinleye dinleye varsam menzilime. Fatiha bitti başkaca sureler derken geldik benim durağa, kalktım yürüdüm kapıya sesin eşliğinde huşuyla. İniyorum otobüsten geliyorum sitenin kapısına ses hâlâ benimle. Ülen erdim mi ben yoksa. Başka ne olabilir. Kapıyı bıztlatmak suretiyle açacak zımbırtıyı almak üzere çantama eğildiğimde fark ediyorum ki ses poşetteki seccadeden geliyor. Nasıl olmuşsa açılmış. Ermemişim. Ne sandın cicim, öyle kolay erilseydi, öğrenilseydi, olunsaydı... Böyle birtakım anılarım vardı değinmeden geçemedim. Ve oldu sana bir hayli sayfa. Günlük tefeüllerimi de yapmadım. Neyse bir de bununla yorma zihnini nasılsa nasipteki oldurulacak. 

Oldu.

Hayırlı Ramazanlar. (R küçük olacak.)

Bugün bir ilave var. Bana bakıp duruyor günlerdir kütüphaneden, Ayşe Ersayın Bir Roman Kadar Uzun Geride Kalanlar, Anılar, kitabı. Ana epigraftan gelsin (bölüm epigrafı değil, kitap epigrafı manasında, epigraf yerine ne diyebilirsin bilahare bak) “İnsanın yaşadığı değildir hayat, aslolan hatırladığı, anlatmak için ne hatırladığıdır.” GGM (Bu ne güzel tevafuk böyle, demek ki boşuna göz kırpmamış oradan bu kitap sana tatlı kız.)

SB, Günlükler 1948-1989 Sf. 108-109, 30/XII/950, “Kalbim mütemadiyen titriyor, o aklıma gelince iştahım kesiliyor. Yarabbim, (kitap böyle yazmış) mesudum sana şükürler olsun.” Hep sevmeler, aşık olmalar üzerinden mi akar hayat, gün ona göre mi kararır yoksa ışık kaynağı haline getirir insanı. Bir erkeğin günlüğüne neler düşürür sevmeleri, ümitlenmeleri... Böyle sıcak, böyle çocuksu saflık barındırır mı...

AsrıSaadet’ten 365 Güne BA, BH, BK, BKH 14. Gün, sf. 34-35, Ahde vefa ve fedakârlık

Önce Rabbime verdiğim söz, saygı, seviyeli şakalaş, sözünü tut, tutamayacağın sözü verme, düşmanlık, haset, bıdıbıdıdan kalbi arındır, vefayı sev, sahip çık. Ve git artık Alla’sen.

 

 

 

 

 

 

AkıtmaRomanda Akşamüstü Sayfası Ramazan Arifesi Ha Akışı Olmayan Sular Ha Cevabı Olmayan Sorular

  

28 Şubat 2025

29 Şaban 1446

15 Şubat 1440

Cuma, 17.33
 evsalonyeşilkoltuk

(İlk kez başlığı yazıyı bitirmeden yazdım. Bakalım ne olacak, yazı nereye gidecek.)

Liseyi hatırlamıyorum, daha önceleri çalışıyordu zaten. Üniversitede eve her gelişimin gidişinde mutfak balkonunda olurdu annem. Karşıki sokağın köşesinden 63’e aşağı akıp kaybolana dek ben dönüp ona baktıkça el sallardı. Okul bitip de İstanbul’a döndüğümde -diyecektim ki okul bitmeden işe başladığımı ve dahi İstanbul’a ricat ettiğimi hatırladım- işe girdiğimde Bayrakoğlu Market’in köşesinden kaybolduğum sokak değişti annemin balkondalığı değişmedi. Evlendikten sonra iki kişi el sallar olduk anneevi ziyareti bitimlerinde. En son 4 Aralık 2022’de Esenköy’deki evlerinin camından el salladı annem. Fotoğrafını çektim,  Mehmet’e bir başka el salladı son kez miydi dedim, beyimin ağlamalarımı susturmak için araya kattığı esprilerle karışık İstanbul’a vardım. Evden gidenin arkasından el sallamak, hayır dua üflemek anneliğin epigenetiğinden midir bilmem ben de yapıyorum aynı şeyi şimdi. Ne zaman başladığımı hatırlamıyorum ama. Olsun. 

Aslında kafamdaki yazı girişi çok başkaydı, bundan birkaç gün önce -Salı ya da Çarşamba-Mehmet’e el sallamak üzere camı açtığımda yüzüme vuran taze hava, kurumuş dallarıyla asil çıplaklıklarının üzerindeki karı umut nişanı gibi taşıyan ağaçlarla dans ederken (az önce okuduğun öyküdeki tamlama hezimetine mi özendin Behiyem bu ne Alla’sen ya, sil çabuk şunu) ve bana oh, iyi ki hayat var, iyi ki nefes var ve iyi ki el sallamalı Ayetel Kürsi (Ayet’ül Kürsi, Ayet’el Kürsi?) var dedirten duyguyu o zaman yazmış olsaydım bambaşka bir metin çıkabilirdi ortaya pekala. Nasip. Ağızdan buhar çıkaran günleri seviyorum.

Bugün kahveye misafirlerim vardı. Bu vesileyle fark ettim ki misafir ağırlama ezberlerim, epigenetiğim sükuta uğramış. Evladım yeni mi öğrendin sen bu epigenetik kelimesini. Olur olmaz her yerde konduruyorsun. Yoo çok eski biliyorum ki ben. Pandemi. Evlerde pek buluşulmuyor artık. Özlemişim lezzetini. Artık önümüz ramazan ağırlar durursun. Sağlıkla âmin. Sabah yazamadım, dün de, ondan önceki gün de. Hatta en son ne zaman yazdım hatırlamıyorum. Bulurum bulmaya da lazım bir bilgi mi emin değilim. 

Geçen gün nicedir yazılarını okuyamadığım -bloga eklemediğinden- Leylan ile de konuştuk, bütün direnmelerime rağmen aklımın bir yerinde dönüp duran yazma ve paylaşma/paylaşmama nedenlerini. Cümle acayip sarktı, yeniden başla.

Buraya -deftere/dünlüğe- yazdıklarımı bilgisayara geçiriyorum akabinde bloga da koyuyorum. Bazısını öyle oluyor ki kimse okumuyor, okuyorsa da haberim olmuyor. Konuşamıyor, bağ kuramıyoruz hasılı yazı üzerinden. Peki o zaman neden yapıyorum bunu. Geçen gün buna güzel bir cevap gelmişti zihnime ve devam cicim aferin demiştim kendime ama işte... Yetmiyor bazen bu şakacı dimağa bazı cevaplar. Yazı okurla bağ kurmak, bir nevi sohbet etmekse ve bu anlamda benimki bir garip monoloğa dönüşüyorsa anlamsız (mı) kalıyor...

Anlamsız kalır mı anlamsız olur mu. Bilemedim. Doğru yazacağım/konuşacağım düsturunu da dengede tutmalı, hem kendin hem iletişimde olduğun insanlar için. Öyle demişti biri birine “Seninle konuşurken, sana mesaj yazarken korkuyorum yanlış yapmaktan,” diye. Yok bana değil, bir sevdiğim bir başka sevdiğime dedi. Denge. İtidal. 

BARE ile mutat toplantılarımızın (bunu tekil mi yazmalı, mutat olduğuna göre birden fazladır toplanma sayısı zaten, bilemedim) sonuncusunda üzerine konuştuğumuz kitap hakkındaki fikirlerimizi paylaşırken Behiye, dedi, sen kitapları okumuyorsun, onlarla konuşuyorsun. Sevdim cümleyi ve ihtiva ettiği anlamı. Yazılarımı bloga koymak da böyle bir şeydir belki. Bilemedim. Nedenlerimin nedenlerini incele ve beni rahatlat ey etiyoloji. Kelimelerim kurumuş benim bu akşam. Duygu gelince yazmalı insan.

Bu haftanın yönergesini ben verdim. Daha onu yazacağım. Yeşim yazmış, koymuş sayfaya da ama okumadım henüz. Kendiminkini yazmadan okumuyorum. Hele şimdi hiç okumayayım kilitlenir kalırım. Baksana üç sayfa dolsun diye ne çok abidik gubidik şey yazdım. Neyse bu akşamüstü sayfası da böyle olsun efenim bir sonraki akışa kadar kendinize çok iyi davranın Hünkârım...

Sanmalar ve Kış ve AkıtmaRoman ve 2015 ve Lütfen Artık Dizi Adlarına Bi' Bakın Hiç Olmuş mu

          

Dün sabah Herkes Uyurken Beni bir Sanat Filmi 
Kasabasına Götüren An Konulu Şaheserim

                                                                                                                        21 Şubat 2025
22 Şaban 1446
8 Şubat 1440
Cuma, Salon, 

Koltukların önündeki halı, yer. 
Hemzemin geçit neydi yav, yani kavramın 
karşılığı imge geliyor da gözüme kelimelerle tarifi ne? 
Kulakların çınlasın Arzu Savaş ve dahi Zihin Haritaları Eğitimi.
Kasım: 106 
Yaza kaldı yetmiş kusur gün; kaçııın...



Ay bu sanmalar çok yorucu yav. Onun için zannın çoğundan kaçınmalı onun için haram ya. Yük çünkü. Yük diye değil, itaat... neyse girmeyeyim oralara herkesin itaatine ben karışamam. Tam ben bunu yazmışken kalem bu deftere yazmıyor. İtaat et ey kalem bana. Yenisini alıp geliyorum hemen.

Gelemedim valla hemen. 23 Şubat Pazar 05.22 oldu zaman, 24 Şaban 1446 ve hatta inanabiliyor musun 10 Şubat 1440, Kasım: 108, Hicrî Şemsi: 1403 ve maalesef yine gündüzün uzaması üç ÜÇ 3 dakika. Peygamberimizin Veda Hutbesi (632), Avusturyalı yazar Stefan Zweig’in ölmeyi seçişi, (1942), Kızıl Ordu'nun (Troçkice) kuruluşu (1918), Ardahan ve Posof’
un Düşman İşgalinden Kurtuluşları. (1922, tabii yakın ya iki yer birbirine, kurtara kurtara ilerlemiş canım ecdadım.) Peki oluyor mu; böyle apostrof bir satırda, ek sonraki satırda kalabiliyor mu, bilmem. Bak en iyisi hece bölmeler, satır başılar (Allah canını almıya; başları olacak başılar ne!) falanlara sen. Ve sıkma kalemi elin acıyacak birazdan. 

Ve pencereme doğan bir ay karşıladı beni bu sabah salona girip de lambayı yakıp da camı açmak istediğimde. Soğuk evet bir o kadar da temiz hava. Ezan bitimine dek. Her sabah temiz dünya içeri dolasıya. Son dördün mü bu? Sanırım. Son hilal. Ay’ın Dünya’dan sol yarısının göründüğü evre. Bir yarın hep karanlık canımAy. Güneş her şeyiyle ortada. Ki yorar. Öyle mi dersin. Dolunay da var hem. Of karışık hadise; açılar, karanlıklar falan. Sonuçta gelirken de giderken de pencereme hilalini bırakan aya selam olsun. 

Ayın evreleri biçim biçim, önceki sayfa da buraya iz çıkarmış içim içim. (bu cümleyi, yazını bilgisayara geçirirken- temize çekerken daha güzel bir ifade-, çıkar bence) Defterimin canım sayfası, ne fena oldun sen, yazdığımı göremiyorum öbür sayfanın izlerinden. İZ sevmiyorum sanırım. 

İZ: Türkçe bir kelime; 

1- İnsan veya hayvan ayağının yerde kalan şekli,

2- Bir şeyin yerde bıraktığı iz.

3- Mec. Yaşanmış bir şeyden geriye kalan belirti,

4- Emare, işaret, delil,

5- Mat. Bir düzlemin, bir düzlem veya doğru ile kesişmesinden doğan ara kesit.

İz bırakmak, izi silinmek, iz sürmek... uzayıp gidiyor liste canım Kubbealtı Sözlük’te. Ve...O ne... İZ (ﻋﺰّ) i. (Arapça: ‘izz) Yücelik, ululuk, şeref, değer, itibar, çıkmasın mı karşıma -çıksın- tam aydınlanıcam; vara yoğa aydınlananlar geliyor aklıma ve malum karikatür, vazgeçiyorum. 
Lakin benim hercai zihnim Türkçe iz ile Arapça izi bağlama temayülünde. Ulu insan iz bırakır di’mi yok di’ değil. her iz izzetli değil. Sözlükte ize ayrılan sayfa sayısı yedi. Neler yok ki; izan var, izlek var, izlal var, izmarit var. Hepsinin kökü aynı değil ama. Kiminin içeride kiminin dışarıda. Ezcümle ben karar verdim sevmeye izi. https://lugatim.com/s/iz

Bu kadar dolu, hikâyeli şey sevilmez mi. Sevilir. Ayın da var karanlık yüzü ama pencerende sana gösterdiği kadarını seviyorsun. Her iz de varsın güzel göstermesin kendini, bazısı defterini, defterindeki yazıları karartsın varsın. Defterleri bilgisayarda temize çekmeye başladığımdan beri (Çekmeğe demez miydik eskiden ne zamandan beri -ğ yerine -y kullanır olduk, bellekte yeri yok. Demezdik belki de.) bakıyorum sohbete okur da geliyor arada. Behiye ile Hünkâr’ın yanına ilişiyor şirin yüz/leri. Çok değiller hatta bazen hiçler. Yoklar. Olsun. İyi geliyor bana deftere yazdığımı bilgisayara geçmek. Klavyeye bakmadan yazma temrini yapmak. Yıllarımı tek bir dosyada görmek. Ne ki okuyanı olmasa da. Öbür türlü bir şey arayacağım da, eski defter ya da kitabın arasındaki kâğıt, peçete neyse ne önüme düşecek de... Karşılaşacağım o yılların Behiyesiyle. Hey de hey. Cuma sabah, Emre kareli defter istedi benden. Döktük defter dolabını arıyoruz. Birazdan burada görülecek olan satırların olduğu Yazı Evi defterini bulduk misal. 


Kareli. Sevdi defteri, aldı. İki dakika sonra getirdi; anne ilk sayfalarda yazıların var, dedi. Üç sayfa yazmış bırakmışım. Ey hayat sen şavkı sularda bir dolunaysın aslında yokum ben bu oyunda ömrüm beni yok saysın. (Olmadı, bağlama uymadı ama bilirsin ben çok severim bu şiiri Behiş. Bilirim Hükiş. Ercan Kesal karısına Nazo, diyor. Ulu orta bizimleyken de. Pek çok söyleşisinde denk geldim. Böyle demeleri seviyorum. Bana diyenler/denenler var. Benim dediklerim. Buna başka sefer bakayım parantez genişleyince potluk yapıyor.) Hey gidi zaman. 2015 Kasım’ında yazmışım o satırları. (Yine aynı böyle bu usul akıtmışım. Yeşim kim bilir ne yazın demiştir de ben ne yazmışımdır. Temize çekerim onları da yarın falan.) Neden devam etmemişim o deftere yazmaya. Bilmem. Yazı Evi’nden bir tem-İZ hatıra kalsın diye mi. On sene geçmiş, bu zaman ne acayip bir yaratılmış varlık. Sahi zaman ne? Hiç bakmamışım sözlüğe. Üzerine bu kadar düşünüp okuyup üstelik.

ZAMAN (ﺿﻤﺎﻥ):

1- Kefil olma, kefillik. Nasıl yani, nasıl bir metafor bu diyordum ki başka zaman da varmış Allahtan, sayfanın altına doğru. Bizim zaman o, zel ile yazılan. (Bu da tazmine zemin hazırlayan zaman, memnun olduk efenim tanıştığımıza.)

ZAMAN: (ﺯﻣﺎﻥ)

1- Olmuş ve olacak hâdiselerin birbiri ardınca cereyan edişinin düşüncemizde meydana getirdiği başı ve sonu belli olmayan soyut kavram, vakit.

2- Bu kavramın belirli sınırlar içinde kalan bir parçası, vakit.

3- Bir önce veya bir sonraya göre belirli bir an.

4- İçinde bulunulan devir, yaşanmakta olan vakit.

Ay devam edemeyeceğim liste çok uzun. Buna rağmen iz ebadında değil sözlükteki yeri. 

Zaman geçiyor Bihicim, daha namaz kılınacak, Kadıköy’e yürünecek, Kur’an okunacak, bulaşık makinesi boşaltılacak; toparla da çık bu sayfalardan artık. Elimde değil sökün etti geliyor düşünceler çekirge sürüsü misali. Bak mesela buraya güzel bir benzetme yazayım istedim. Bir anlığına kalemimi durdurdum ve düşündüm. Sonuç: Klişe. Sil o çekirge sürüsünü. Piki Hükü.)

Hadi yaz da öyle git madem. Neler dönüyor zihninde canım benim? 

Dönen1:
Zamanede bir hal gelmesin başa/Ahdı bütün bir sadık yar kalmamış/Kalleş yar olana dost demem haşa/N'olacak muhannet meydan görmemiş/Ben bir yar isterim derunu dilden/Sarfede varını geldikçe elden. Severiz E.O ve İ.H.D.
https://music.youtube.com/watch?v=msEYApBAPvk

Dönen2:
Türküye eşlikçi olarak Zaman Sığınağı geldi. Kitabın girişi çok etkilemişti beni. (Evet çok yazıyor ve üstünü/üzerini çiziyorum bu ara. Çoklarım normalleşsin istiyorum. Ortaokul Türkçe öğretmenim Gülsen Çavuşoğlu geliyor çünkü gönlüme, gördükçe bu mübalağaları. Şahane, muhteşem, harika, çok... Her çok olmayana çok, gerçekten canın olmayana canım demek ayıp geliyor diline, değil mi Behihücüm. Evet canım.) Daha uzatma da git Alla’sen. Zaman Sığınağı -ne güzel bir kitap adı di' mi- diyemedim ama hem günlük tefeül sayfalarım da duruyor daha. Sıkıldım ama onların da fotoğrafını sayfa numarasını falan koy ne bileyim. Git artık gözünü seveyim.
Öyle olsun.
Küstüm.






Not: Duydum ki Sustalı Ceylan adlı bir dizi yapmışlar. Sustalı Ceylan nedir Alla'sen. Daha da bir şey demiyorum ben gidiyorum, Hünkâr sıkıldı.













Kopuk/Gayret/Şiir


Fotoğrafım, AğaçlarNeGüzelsiniz Bakışlı Gözlerden Gelen
-Alkım ve Berna'nın Ortaköy Gezisinden- Hatıra
27 Kasım 2024 Cuma

 2 Şubat 2025

3 Şaban 1446

20 Kanunusani 1440 

Pazar, 05.50 suları

 

Düne bir şey yazamadım. Nicedir oluyor bu. Bazen günün tefeülünü okuyor, ilgili kitabın arasına izlek bırakıyorum ki o güne dair nasibimi sonra yazarım sana -kareli A4’ten hallice belki küçük belki A4 ederince sen karelisen- diye ama kalıyor öylece orada o izlekler. Allahtan NBDY ve haftalık yönergeli yazma temrinimiz var da görev telakki edip her salı oraya yazı koymaya çalışıyorum. Mesai saatleri içinde karalıyorum bir şeyler. Yani o kadar da haksızlık etme kendine. Yazıyorsun üç beş bir şeyler. Düzenli yaptıkların var hayatında. Yok yav ne haksızlığı öyle acı bir yerden söylemedim ki. Nasip olmuyor öncelikler değişiyor yazamıyorum ne yapayım. Kalem iyisin hoşsun da yazarken yazarken niye bir anda yazmaz oluyorsun. İçin görünüyor, mürekkebin var, ee bir önceki kelimeyi yazan da sen. Derdin ne. Tükenmişlik mi tatmak istiyorsun bir iki kelimeliğine. Hayır tükenmemişken neden bunu yapmak istiyorsun anlamıyorum. Bak ben bu satırları yazarken alttan bastırıyor düşünceler; Watsın’dan alacağını unutma, Çibo’yu da, dersini yap, sözlerini unutma, tutun diye bu kadar uğraşırken Yaradan, sen ne yapıyorsun... Kızgın demiyor artık benim canım zihnim bunları belki benden yılmıştır bilemem. Artık kızgın değil. Kabul etti, mal bu malzeme bu. 

Çaba varsa güzellik var. İyi ki dün, o güzel günü hatırladın. GAYRET. (Knut Hamsun Açlık- Ben toplumunda dışlanmışlık hissi ve çaresizlik.)

Aklıma bir şey geldi, telefona gittim ona bakmaya ve koptum. Kopuk çağın/zamanın  ruhunun kelimesi KOPUK. Bağ yok bağlantı yok bağlılık yok. Bağımlılık çok. Hepimizde. Türlü türlü. Geçen hafta buzdolabım bozuldu. Şaştık kaldık ilkin. At kat komşumuz Mustafa Amca, Rahmetli canımGülümserablamın (niye rahmetli büyük, bilmem giden güzel insan olunca rahmet de büyük olsun istiyorsa insan demek) eşi ve derin dondurucusu olmasa ayvayı yemiştik. Çözüm bulundu mu bulundu evet. Ama bu kadar muhtaçlık -herhangi bir dünyevi şeye- canımı sıkıyor benim. Tek muhtaçlığım Rabbime, canım Allahıma olsun istiyorum. Âmin. Bekle, sabahı kılıp geliyorum. 

***

İnsan böyle bölüntülü yazınca da eee, hiç ben bileyim ben işte öyle... Kahve öttü alayım da geleyim, içerken yazayım. Sen bu yazıyı bitirecen de ben de görecem. Görürsün görürsün nasipte varsa onu da görürsün.

Hani tefeül yapıyorum ya -biliyorum bana da yazdın ya Behiye sabah sayfalarında, bi’ sen dile gelmemiştin ey defter, sen sus bari içimdeki Behiyeler Hünkârlar yetiyor da artıyor zaten- dün iki de şiir ekledim. Bu haftaki yönerge benden. (Evet bu durumlar için kullanılan tetik kelimesini sevmiyorum.) Aylar önce Fatma Hoca ile yazmıştık aynı yönerge ile. Güzel bir alıştırma. Yazacağım yazıya fikir versin zihnimi açsın diye iki kitap iki şehir örüntüsü yapayım dedim. Açtı zihnimi, bugün salıya kalmadan yazayım diyorum. İnşallah. Diyorum bundan sonraki tefeüllerime de ekleyeyim şiir. 

AsrıSaadetten 365 Güne, gün 61, sayfa 157, günlerdir çılgınca aradığım, beni suizanlara salan,  zarf çıktı bu sayfanın arasından iyi mi. Meğer bugünün arasındaymış. Daha sabah bayağı arandım yine bir hayli ve en sonunda boş ver, günü gelince çıkar bir yerden dedim. Ah ya. Demek ki tam bırakınca... Demek ki. Allahım her işimde, her halimde mutlak sensin, idrakini, oluşunu, yaşayışını bana ve tüm iyi insanlara nasip et. Âmin. Bak tümle bütüne bakacaktın unuttun. Evet aslında biliyordum ben bunu. Ama içselleştirmemişsin demek ki bilsen unutmazdın. 

Gelelim 157. sayfaya. 

He geldik dinliyoruz. Oku:

61. Gün, cemaatle kılınan namaz ve imamet, ilk mescit Kuba, ilk Cuma namazı Hicret esnasında orada. Cemaate devam. Görev alma-verme; bunlar hep liyakatle. Denge.

Yazmadın yazmadın coştun Behiş. Evet de ne güzel oluyor bak, di’mi di.

Selçuk Baran ki sana bundan sonra S.B. diyeceğim bilgin olsun. 13 Aralık 952 sf. 230 17 Aralık 952 sf. 230-231, 21 Aralık 952 sf. 231 (Ne çok okudun bugün buradan.)

13 Hayatıma istikamet veremediğim için sıkıntılı ve kederliyim.

17 Allahım kurtar beni. (Sevdim bu cümleyi apostrofsuz yazılmış çünkü.)

17 Yalvarırım başka bir insan olayım, ne olur Allahım? İçimde mütemadi bir huzursuzluk, çırpınma ve hareket ihtiyacı var.

17 Ama yine de sana yüzlerce, binlerce teşekkür ederim Allahım, bana akranlarımdan hiçbirinin sahip olmadığı şeyleri verdin. (Canım SB, bu biraz ayıpçı bir cümle olmamış mı.)

21 Allahım, hiç mi bana acımıyorsun?

3 Ocak 953, sf. 231-232: Hem bu rahatlık ne kadar sürebilir ki?

 

Şiir 1: MCA Bütün Şiirleri sf. 76

Dünya Güzeli

Hadi bir tanem gene söyle

Kim kimin dünya güzeli

Kim kime deli divane

Ne olur gene söyle

Hadi benim dünya güzelim

Hadi canım

Hadi söyle...

 

Şiir 2: A. İ. Ben Sana Mecburum sf. 18

Süleyman

öbür ışıkları getir hadi süleyman

bulvarın ortasında dur bağırma

senin için bir yağmur hazırladım

Hadi ışıkları getir yağdıracağım

 

al bu nisan akşamını benimkini ver

sual sorup durma sevmiyorum

öbür ışıkları getir hadi getir

karanlıktan korkuyorum karnım ağrıyor

 

o kadını da getirsene portakal yiyen

porselen dişli kadını hani pantolon giyen

dur dolmabahçe saatini dinleyeceğim

onikiyi çalsın öyle getir hadi getir

 

deniz fenerinden mi çalarsın işte çal

kibrit mi tutarsın bilmem işte tut

öbür ışıkları getir hadi süleyman

Sana yağmur hazırladım yağdıracağım

 

sen kimsin süleyman bir de bu var

Yine ara verdim, tekleme e’mi kalem. Norberto Müslüman olmuş sanırım. Feysbuk fotoğraflarından çıkarım. Yazasım kaçmış benim. Evde ne çok şey vardı oysa aklımda, kalemin ucunda. Uykum da geldi bir yandan. Yersen o kadar basit karbonhidratı elbette acıkırsın. 

Ay ne acıkması uykum geldi diyorum sana sen ne yazıyorsun. Ayrıca poşe yımırta da yedim. Protein. Pardon. Pardon kelimesinin buradaki kullanımı yanlış. Bir öğretmenimiz anlatmıştı ama tafsilatlı açıklamayı unuttum. Tafsilatlı açıklama denir mi yav tafsilat zaten bir şey hakkındaki etraflı bilgi, uzun açıklamalar, ayrıntılar, demek değil mi. (Bkz. Etimoloji Sözlüğü: Arapça sözcük Arapça fṣl kökünden gelen tafṣīl تفصيل  "bölümlendirme, ayrıntılandırma, ayrıntı" sözcüğünün çoğuludur. Bu sözcük Arapça faṣl فصل  "bölüm" sözcüğünün tefˁîl vezni (II) masdarıdır. Daha fazla bilgi için fasıl maddesine bakınız.) Özür, af dilemek manasına gelse de duymayınca mı deniyordu neydi, unuttum dedim ya. Peki peki kızma. Allahım sana hamdolsun. Ay neyse benim yazasım kaçmış gidiyorum ben. Dizim de ağrıdı zaten. Yok o yoldan değil, yokuş çıkamam şimdi yoruldum.

Oldu.

Şen ve esen kalın.

Demirbank olsaydı emin olun iyi günler dilerdi ama kalmadı.


2 Şubat 2025 Çibo/Bahariye Pazar on ikiyi biraz geçe


Biliyorsun artık sevgili blog, yazıları sana defterdeki haliyle, eksiğiyle/gediğiyle koyuyorum. Nasıl yazıyorsam/yaşıyorsam öyle. Düzeltmesiz, bitimsiz (Yeni sevdiğim kelime, yeri değil ama seviyorum olur olmaz söyleyeyim istiyorum. Bitimsiz.), ortaya çıktığında nasılsa öğle. 

Gittim, kesin. (5 Şubat 2025 ev, kahverengi koltuk-ikili olan)


AkıtmaRomanda Başlık Bulunamayan Sabah Sayfası

21 Ocak 18.32 GüzelbirgününhediyesiŞaşkınbakkal

 4 Şubat 2025

5 Şaban 1446

22 Kânunusani 1440

Salı, evsalon, yerde 

halının üstünde iki büklüm bazen,

bazen de çocuklar, resim yaparken uzanır da çizer ya 

Öyle...

Sabah sayfası, oldu bugün kuşluk sayfası. Onu mu yapayım bunu mu yapayım derken oldu saat 10.27 böyle karın üstü yazmak da zor, dizleri karna çekip gömülünce de dizlerim acıdı. Ee kalk geç masaya yok yav böyle deneyeceğim bugün. Çelınç. Emre bir yerlere gidince sanki ev tatil oluyor. Annelik tatili. Yemek, çamaşır, ütü (ütü! Sen kolundan sebep nicedir ütü yapmıyorsun, hav he de geç işte, farzımuhal sayıyorum ben iş isimlerini) yapılmayası gelenler arasına giriyor. Her akşam dışarıda yiyesim geliyor mesela. Diyorum ya o gidince biz de tadilata giriyoruz bir nevi. Yani zihnim öyle telakki ediyor. Ebeveynlik tatili. Emekliliği yok bari acık ara tatili olsun diye beni rölantiye mi alıyor acaba canım bilincimin canım dışı. Hoş fiziki eylemlerle ilgili oluyor bu tatil fenomeni. Düşünsel annelik ilelebet, namütenahi, bitimsiz (sevdim seni bitimsiz hoş geldin dilime), daima, sürekli, baki, müselsel, payidar, layemut. Aradığım kelime layemuttu, buluncaya kadar neler geldi kaleme. Çok güzel di’m. (La (لا değil-olumsuzluk eki, mevtten (Mevt ﻤﻮﺕ ölüm), yemutu lā-yemūtu > lā-yemūt “ölmez” ölümsüz, ebedi.  Mevta, mevtin... meftun da mı bu kökten. Hayır cicim. O ftn kökünden. Ayy fitne mi yani. Dağıtma konuyu, çık bu parantezden.) Olmuş sana layemut, ölümsüz. Sonsuz ile ölümsüz aynı şey değil aslında bence. Ölüm son değil çünkü. Ölüm değil de, son olmayan vefat mı yoksa. İkisi de aynı şey değil mi. Değil bence. Ay neyse, sonra konuşalım bunu, etimolojilerine bakalım, araştıralım falan. Annelik diyordun sonsuz düşünme diyordun. Öyle, yani o konu o kadar işte. Emre yokken kendimi tatilde hissediyorum ve yemek yapmak gelmiyor içimden. Yapıyorum o ayrı.

Pazar günü, Emre yolda atlattıkları kazayı anlatırken senin duaların korudu, dedi. Ben de anneme söylerdim. Hâlâ derim; öyle sivri anları var ki hayatımın, oralardan darksaydageçmemiş olmam ruhumunbabasınınannekarnımdaelimdentutmasından ve annemindualarından mülhem. Kaymak an meselesiyken. Hamdolsun. Böyle el tutmalarımız daim olsun. Âmin. Hayat spiralli bir döngü. Tek çember değil ama. Anladık spiral dedin ya. Kıvrıla büyüye küçüle yükselen çemberimsiler. Bir zamanlar biri için kurduğun cümle gün dönüyor senin için kuruluyor. Güzel cümlelere özneliğimiz, nesneliğimiz daim olsun. Âmin. İlanihaye vardı bir de. O neydi, sonsuza kadar mıydı. Galiba.

Bir leyli inşiraha karışmaksızın Kemâl

Yandın ilanihaye remâd olmadın gönül. 

Hayır, o yaştaki çocuğa Şad Olmayan Gönül’ü niye öğretirsiniz ey öğretmen. İyi ki öğretmiş, çılgın. O zamanlar anlamlandıramadığın, bu da ne işe yarayacak dediğin cüzlerin hepsi hizmet etmemiş mi kendiliğinin her bir zerresine? Etmiş. Daha ne. Haklısın. Sustum. Dün Mehtap Hanım'la (yüzyogasıöğretmenim kendisi, tatlibirkelebek, kalbiyle, samimiyetiyle, yardımseverliğiyle...) yazıştık biraz; emek, birikim -hadi hırsızlık demeyeyim- aşırmalarının, aşırılan yerin hakkını teslim etmeden yapılan aparmaların ilahi adalet/karmadaki yeri ve sen emeğine, biriktirdiğine sahip çıkmayıp o tecelliyi bekledikçe bu aparmaların devam edeceği ve aynı yerden defalarca ısırılacağın üzerine.

Cümle çok mu uzun ve bir hayli mi düşük oldu. Sanırım. Anlaşılıyordur dert etme. Bir yerde, ne yaptığını görüyorum/biliyorum demeli kişi ve/veya kişilere. Gözümün içine baka baka yaptığın şeyin farkındayım, yapmana engel olamam belki ama FARKINDAYIM ve bu noktada da bunu senin (Mehtap Hanım’ın deyimi ile) karmana, Rabbime emanet ediyorum. Kalbinin iyiliğine göre versin sana bu yaptığının karşılığını. Âmin. Öyle iyi geldi ki. Rızam yok, ama karmana, Rahmana... Özetle vesile makamı kıymetli. Sende/sana vesile olanlara teşekkürle/ismini zikirle ilerlersen tarih senin sayfalarına mutluluğu yazar. Dizlerim çok uyuştu. Günün nasiplerini yazayım da gideyim. 

Oldu.

Guudeftırnın ya da gudaftırnun.

Şen ve esen kalın.

 Kelimeli Ajanda 2025: (Evet, bazen bunu da ekleyeceğim bundan sonra tefeül listeme.) 

Vuslat: Sevdiğine kavuşmak anlamındaki vesale kökünden türemiştir. Birleşme, buluşma, sevdiğine ulaşma anlamını Türkçede kazanmıştır.

Ben ilavesi: (وصلةBağlanma, birleşme -vesile ile aynı kök mü yoksa hayır vesile sinle yazılıyor ﻭﺳﻴﻠﻪ - vasıl, vuslat, visal... aynı kök.

SB Günlükler: 15 Ekim 968 (476. sf.)

Çok kısa yazmış bugüne Selçuk Hanım. Prust, Vermeer, Heandel’in violonsel konçertosu (dinle emi), gölgeye, suskuya, duyguların gerçeküstülüğüne, kendini seven bilinmeyen bir şeye, bir hiçe adamaya övgü... (Bugün ne dedin sen bana canım günlük.)

AsrıSaadet’ten 365 Güne BA, BH, BK, BKH: 23. Gün 57. Sf, Aldatmak bahsi.

“Peygamberimiz Enes bin Malik'e dedi ki: "Yavrucuğum! Kalbinde herhangi birine karşı bir aldatma (samimiyetsizlik) bulunmadan sabahlayabilecek ya da akşamlayabileceksen, bunu yap! Yavrucuğum! İşte bu benim sünnetimdendir. Kim benim sünnetimi yaşatırsa, beni sevmiş demektir. Kim de beni severse, cennette benimle birlikte olur."” (Bunu yaparak bir gün geçirmek... suizansız, düz, net. Ay ne güzel bir hafifliktir. Aldatan bizden değildir. Seni de yazayım da hak geçmesin canım hadis.)

*Her anında, surette, sirette samimi ol/dürüst ol/aldatma.

*Kendini de aldatma ve dahi aldatılmana -seni aldatmalarına- müsaade etme.

“Müslüman aynı yerden iki kere kendini ısırttırmaz.” (Kitapta yoktu ben ilave ettim. Bol hadisli bir yazı oldu, olsun.)

 

Şiir: 

ÖLMEK – YAŞAMAK 

Biri bana diye ağlıyordu

İlk defa el üstünde gittim

Kimse duymasın sizden gayrı

Ben yaşamasını bilmemişim

 

Çamlık pınarında yudum elimi

Sevdiğim kodu gitti hayırsızdı

Bendeki bir tutam saçı rüzgâra bıraktım

Ellerim ellerine değmişçesine sıcaktı

Şimdi bütün canlılar benden uzak

Şimdi bütün duyularım inkâr halinde

Sanki hiç duymamışım görmemişim sevmemişim.

 

Bir kadın siyahlar içinde taptaze

Bir çocuk iri gözlerini açıp güldü

Üstümde en acısından yeşil üç yaprak

Öyle duydum yaşama hazzını son dakikada

Öyle tepeden tırnağa

Kabilse farz edin ölmemişim                                                            1954

(Gülten Akın, Kırmızı Karanfil, sf. 35)



Ev salon, 12.28, evde çalışmak zor kardeş, 

dur kalk çok oluyor. Araya bir mutfak 

toplama, iki telefon bir ekmek şekillendirme girdi.

 

 

Günlük/Şiir/Uzayan/Günler/Hüzün

  

Birpazarsabahımodayayürürken
















1 Şubat 2025

2 Şaban 1446

10 Kânunusani1440

Cumartesi, Salon,

Yeşil koltuk, bazen masa üstü...

Kasım:86 Yılın 32. Günü, kalan gün 333

Ama neden bugün gündüzün uzaması 3 dakika! Uzayan günleri sevmiyorum ey defter. Yazı çağırıyorlar çünkü uzayan günler ve mutlak yaz bende hüzün yapıyor.

 

 


Su Çürüdü

2 

Zamanı yiyip bitirdi karanlık. Gece yoktu. Güneş çoktan kömürleşmiş ve yeryüzü yapışkan bir karanlıkla örtülmüştü. Yabanıl sesler geliyordu derinlerden ve karanlığı ince bir bıçak gibi yırtıyordu. Saklayan kırbaç gibi... Acı duvarını aşan bu sesler, madeni bir gürültüye dönüyor ve yerkabuğunu zorluyordu artık. Sesim yoktu. Karanlığın karnında yitirdim sesimi. Kör bir kuyuda unutulan Yusuf’tum belki. Ama durmadan soruyorlardı. 

Adımdan gayrısını bilmiyorum. (Ahmet Telli, Su Çürüdü, sf. 70)

 

ŞİMDİDEN BİR HATIRASIN

Mektup Aşklarıma

Şimdiden bir hatırasın

Bulutsa, tozsa, uçarsa

Bütün (aşklar) paranteze alınsın

Rüzgâr çanısın, rüzgârın diline dolanırsın

Ne bir şarkısın,

ne de dillerde nağme adın

Artık bazı şarkılar kadar yaralısın

 

Günler izmarit diplerinde biriksin

O zaman mutlaka bir trenle gelirsin

Köpüklerdensin, mavisin, sakinsin

istesen suyun tenine bitişirsin

ellerimi bıraktım, artık bunu sana yazsın

İçimde iki yaşlı balık varsa,

İçimde biri pulsuz, iki balık varsa

Biri sensen, gelirsen ve yok edersen

Bunu yazmak istiyorum sana

Sonra postalamak istiyorum

Pulsuz bir zarfla

Hiçbir mektup artık ikna etmiyor beni hayata

 

Bu kırmızı oyalarla saçlarımda

Beyaz bir tülbent gibi kalırsam

tenimde, süzemediğim tortularla

Gün olur sararırsa sayfalarda

Bıraktım ellerimi, sana bunu yazsın

Şimdiden bir hatırasın

 

Kırık kalplerle süslü bir sayfaysan

Camsan, saydamsam, beni kırarsan

Simlerimle sevişirim seninle

O süslü sayfaların üzerinde

İçimde iki mutlu yıl varsa,

İçimde biri simli iki kadın varsa

Sen, gelirsen ve yok edersen

Bunu yazmak istiyorum sana

sonra postalamak istiyorum

Simli bir yılbaşı kartıyla

Hiçbir mektup artık beni, ikna etmiyor hayata

 

Şimdiden bir hatırasın

Açmışsa bir sardunya saksıda

Bütün (aşklar) paranteze alınsın

Bıraktım ellerimi, artık sana bunu yazsın

mektuplar postaya takılırsa...

Ey aşk sen

Artık bazı şarkılar kadar yaralısın.                   Didem Madak, Grapon Kâğıtları, sf.40

 

 


Sırrında siyahın görünür şah.

Sis kuytuluğunda uzayan rah,

nisyana durur.

                        

Mrirac-ı vedud 

cem tutuşur

                        yönelir ruh.

Sözden 

                        dağılır 

sineye

                        güller...                                                             Ali Günvar, Ezyan, sf.18

 

SB Günlükler: 3 Aralık, 9 Aralık (Yazmamış yılı, sf. 429, 430, 431, 432)

Çok okudun bugün buradan Behiye. Evet niye öyle oldu. Bilmem. Canım çektiyse demek. 

3 “Yazarken niteliğini bilemediğim bir öç alma rahatlığı içinde buluyorum kendimi. Kimden neyin öcünü aldığımı doğrusu bilemiyorum. Ama doyurması en çok zevk veren bu duyguyu bol bol tadıyorum. 

Yazmam gerek. Çelişmelerimden, ayrıntılarımdan kişiliğimi arındırmak, başkaldırışlarımın anlamına varmak, ÖÇ ALMAK Ama, ruhsal sağlığımı korumak için yazmam gerek ama haddimi bilip bunlara şimdilik sanat adını vermeyeceğim. Çağdaş edebiyatı dosdoğru tanımadan buna kalkışmak fazlasıyla cüret olur. Yazacağım ve bekleyeceğim okumak için daha çok vaktim olana dek bekleyeceğim.”

***

3 “Bu yüzden de solcularla konuşurken kapitalist ya da statükocu, muhafazakârlarla konuşurken solcu, erkeklerle konuşurken feminist, kadınlarla konuşurken kadın düşmanı, dindarlara tanrı tanımaz tanrı tanımazlara geri kafalı olarak görünüyorum. Gerçeğin bir yüzü var. Ya da gerçek diyebileceğimiz pek az şey var. Gerçekler uğruna direnmeyi anlıyorum. Ama fikirlerde direnme ve kendi fikrine bağlılık uğruna karşı fikirleri tümden yadsıma inanca, giderek bağnazlığa götürüyor işi.”

 

3 Aşk imiş her ne var âlemde 

    İlm bir kıyl u kâl imiş ancak                   Fuzuli

 

3 Aşk gelicek cümle eksikler biter               Yunus Emre

 

9 “Uzun uzun düşündüm. Ne vardı böyle irkilecek? Sonra böyle irkilmelerin bende çok çok olduğunu ansıdım. Bir de Kafka’nın, Tanpınar’ın hikayesini ansıdım. Tanpınar’ın çocukken duyduğu ve hiç unutmadığı bir cümle vardır. Kadının biri, “Çimenlik de akşam çayını içiyor durdur,” der. Ben de bu, “Naciye Tanrı aşkına dur,” seslenişini kolayca unutamayacağımı sanıyorum.” 

                                               

Asr-ı Saadet’ten 365 Güne: İyi ve temiz ye, şükret. Verilen nimeti hayırla yad eder dile getirirsen şükrünü eda etmiş olursun. (Buna bak sen, derin burası.)


Bugün de böyle olsun yazılmışlara sığınayım. Zaten bunca yazılmış şiir, öykü, roman, türkü varken biz niye yazıyoruz ki... Çağdaş edebiyatı dosdoğru tanımadan buna kalkışmak fazlasıyla cüret olur. 

Oldu...

Nasıl istiyorsanız öyle olsun gün...