AkıtmaRoman'da Defter Temize Çekme Günleri (Hadi bu sefer apostroflu ve dahi parantezli olsun başlık)
23 Aralık 2024
22 Cemaziyülahır 1446
10 kânunuevvel 1440
Pazartesi, 06,22
Salon, yeşil koltuk
Hicri Şemsi 1403
(Bu ne demekti yine unuttum.)
Kasım 46 (Hızır’a kaldı 134 gün.)
Kıbrıs’ta Kanlı Noel (1963)
Şiddetli soğuklar
İlk Kanun-i Esasi ve 1. Meşrutiyet’in İlanı 1876
10 gün sonra Regaip Kandili
Şükür nimeti vereni bilmektir.Bir kimse paranın ve malın geçmeyeceği kıyamet gününe, üzerinde kul hakkı bulunarak gitmesin.
Tesbih ayetleri neler, dua ayetleri neler, sığınma ayetleri nelerdir? Nezaketin arkasında ne mevcut?
Sevim Burak günlükleri değil Selçuk Baran günlükler. İkisi bende hep karışıyor. Bir şey zihnimde ikirciklendi mi geçmiş olsun. Hep de ilk aklıma gelen yanlış seçenek oluyor.
Cuma günü fiilen hayatıma giren iki kitap var. Biri Asr-ı Saadet’ten 365 Güne Bir Ayet, Bir Hadis, Bir Kıssa, Birkaç Hisse, diğeri Selçuk Baran Günlükler 1948-1989. Sipariş vereli çok oldu da dedim ya işte elime gelişi cumayı yani 20 Aralık 2024, 19 Kânunuevvel 1446, 7 Cemaziyelahir 1440'ı buldu. Yanlış yazdım yine tarihleri; bu da oluyor bazen. Gerçi kim emin olabilir ki bir ay adının diğerine ait olmadığından. J. Arkadyo göklere bakıp da görmüyor muydu Salı sandığı günün aslında hâlâ pazartesi olduğunu. (Yüz Yıllık Yalnızlık) Sanmalar, bilmeler... Vehimlerimdendir (ucu daha doğrusu kelimenin kökü yine sanmaya dayandı bak) bu sanmalarımın sanma olduğu sanrısı. Bağlandığım şeyler ya benim sanmalarımsa, sandığım gibi değilse işin aslı, ya aynı sandığım suretim ile siretim? Of çık sıkıntılı. Sandıklara giresice sandıklarım. Ne dedim ben. Çeyiz sandığım olmadı benim. Anneminkini keşke kendi çeyiz sandığım yapsaydım. Geri dön buradan Behiye, güzel yere gitmiyor burası, anneme çıkınca yol, çok ağlayabilirim yazı kalır. Zaten Hicri’ye göre annem yarın ölecek; Miladi ’ye göre daha otuz üç gün var. Aslında da üç yıl oldu gideli. Bak yine çetrefil. Bu yazıyı bilgisayara geçirirken bakayım bunun kökenine. ( sıf. (Kökü belli değildir.)
1. Anlaşılması, çözülmesi güç, karışık: Âdile Hanım, deminden beri çetrefil bir ehlihibre raporunun tekrar tekrar üzerinde duran bir hâkime benziyordu (Ahmet H. Tanpınar).)
Şimdi yazı içi faşforvırdla dönelim kitaplara: Bu iki kitap elime geçtiğinden beri sabah sayfası yazmaya başlamadan ikisinden de birer sayfa tefeül yapıyorum. Bazen aklımdaki soruya cevap mahiyetinde bazen de öylesine günün nasibine ne çıkacak diye. Bugüne Asr-ı Saadet’ten (Gün 268, sayfa 737) namaz, nafile ibadet bahsi geldi. Notlarımı, dersimi aldım, gördüm (umarım, inşallah, âmin) görmem gerekeni.
Selçuk Baran (12/IV/951, 156-157. sayfalar) “Allah’a şükretmekten başka ne yapabilirim? Mesudum ve çılgınlar gibi neşeliyim. Lakin halimden memnun değilim. Senelerdir ele geçiremediğim saadet başımı döndürdü, ifrata kaçtım. Bilmem ki biraz geri dönmek mümkün olacak mı? Bu yaz düşünmeye ve takip edeceğim yolun tali kısımlarını tayine çalışacağım,” demiş ve günün ona getirdiklerini, neşesinin sebebi -olduğunu tahmin ettiğim- adamın kişilik özelliklerinden yola çıkarak erkek milletine dair bazı özelliklerini, sevdiklerini, sevildiklerini anlatmış. Bir Türk olmayan erkeğin nezaketinin altında yatanı merakla bitirmiş. Türk olsa kesin onun üzerindeki tesirimin müsbet olduğuna hükmederdim de adam Türk değil ecnebi nezaketinin arkasında ne mevcut kestirmek güç, diyor. Ve bir dua ile bitiriyor. “Yarın, yarın Allahım, bana bir de fevkalade yarın ver. Hiç olmazsa Hirsch’i yanında kimse olmadan görebileyim.”
Üniversite ve işe girdiğim ilk zamanlara götürdü beni bu okuduklarım. Ben de platonik aşklarıma böyle dualar eder bir işaret, bir umut için yazardım da yazardım. Bu işaretlerden aşk üretme oyunumdaki parametreler zihnimi zorlasam da şimdi aklıma gelmiyor. Ama aşkın bu haliyle hayata, umuda bağlanma duygusunu çok iyi biliyorum. Güzel bir şey. En azından o yıllar için. Buradan baktığımda aşkın sadece o haliyle irtibatlı kalsaydım ne fena olurdu hayatım, dedirten aşklarla tanıştıran Allahıma şükrediyorum. (Beni mahveden ya da geliştiren/dönüştüren mi demeli “ee sonra” sorusu. Üç beş aynılıktan sonra, geliyor çöküyor içime ve form değiştirmeye mecbur bırakıyor. (Hayran-mı-yım hep aynıyı yaşayan insanlara.) Ama bu parantezi başka bir seferde aç bence, şu yazıyı toparlamaya bak da içeriği son bir kez oku. Seviyorum her bireysel ders öncesi aynı şeyi anlatacak olsam da yeni içerik oluşturmayı. Hani hatiplere kendilerini dinleyenlerin kabına göre konuşmak nasip olurmuş ya benimki de o hesap. Hayırlara karşı gelsin. Âmin. Selçuk Hanım’ın, nezaketlerin saikine göre etnisite saptaması da iyi geldi düşünce dünyama (dü... dü... tekrarlı ses ne diyeyim düşünce evrenime tefekkür dünyama).
Nezaketlerimizin arkasındaki niyetler, sebepler, kalıplar... Neden naziksin, neden/kime iyilik yapıyorsun. Burada Emre küçükken bizimle çalışan ve bana hayatımın sorgulamasını yaptıran Maviş’a anmamak olmaz. Kızına, kendisine hediye almıştım bayram için. Bir iş çıkışı verdim.
“Şimdi sen bana bunları aldın ya, benden fazla bir şey bekleme,”
“Efendim! Nasıl yani? ” (Benim gözler aptal surat soru işareti tabii.)
“Öyle, sen şimdi bana bunları verdin. Ben istemedim. Bunların karşılığında benden ekstra bir şey bekleme.”
İyiliğimi, iyiliğimin karşılığını göremediğimi düşündüğüm anları sorgulattı bana bu sahne. Neden sorusu geldi yerleşti frontal lobumun orta yerine. Öyle ya en Allah rızası için dediğim, karşılıksız etiketi ile sunduklarımın ardından bir nahoşluk görünce bunu mu hak ediyorum ben, kaç kez kurduğum bir cümledir. Bana iyiliğimi satmamayı öğreten kadın Maviş. Seni de bir gün yazsam roman olursun aslında bence. Böyle akıtmaroman gibi bütünlüksüz değil ama bütün bütün yazsam birlikte geçirdiğimiz bir seneyi.
Tüccar iyiliğinden özgür nezakete...
Süre değilse de sayfa aştı Maviş araya girince. Toparlayamayacağım, gidiyorum.
Sabaha görüşürüz.
Kadıköy İskele'deki küçük caminin tadilatı bitmiş, ahşaplar içinde bir sıcak yer olmuş. Fotoğraflar oradan. Bir sonraki görüşmeye kadar şen ve esen kalın.
0 yorum:
Yorum Gönder