Kopuk/Gayret/Şiir


Fotoğrafım, AğaçlarNeGüzelsiniz Bakışlı Gözlerden Gelen
-Alkım ve Berna'nın Ortaköy Gezisinden- Hatıra
27 Kasım 2024 Cuma

 2 Şubat 2025

3 Şaban 1446

20 Kanunusani 1440 

Pazar, 05.50 suları

 

Düne bir şey yazamadım. Nicedir oluyor bu. Bazen günün tefeülünü okuyor, ilgili kitabın arasına izlek bırakıyorum ki o güne dair nasibimi sonra yazarım sana -kareli A4’ten hallice belki küçük belki A4 ederince sen karelisen- diye ama kalıyor öylece orada o izlekler. Allahtan NBDY ve haftalık yönergeli yazma temrinimiz var da görev telakki edip her salı oraya yazı koymaya çalışıyorum. Mesai saatleri içinde karalıyorum bir şeyler. Yani o kadar da haksızlık etme kendine. Yazıyorsun üç beş bir şeyler. Düzenli yaptıkların var hayatında. Yok yav ne haksızlığı öyle acı bir yerden söylemedim ki. Nasip olmuyor öncelikler değişiyor yazamıyorum ne yapayım. Kalem iyisin hoşsun da yazarken yazarken niye bir anda yazmaz oluyorsun. İçin görünüyor, mürekkebin var, ee bir önceki kelimeyi yazan da sen. Derdin ne. Tükenmişlik mi tatmak istiyorsun bir iki kelimeliğine. Hayır tükenmemişken neden bunu yapmak istiyorsun anlamıyorum. Bak ben bu satırları yazarken alttan bastırıyor düşünceler; Watsın’dan alacağını unutma, Çibo’yu da, dersini yap, sözlerini unutma, tutun diye bu kadar uğraşırken Yaradan, sen ne yapıyorsun... Kızgın demiyor artık benim canım zihnim bunları belki benden yılmıştır bilemem. Artık kızgın değil. Kabul etti, mal bu malzeme bu. 

Çaba varsa güzellik var. İyi ki dün, o güzel günü hatırladın. GAYRET. (Knut Hamsun Açlık- Ben toplumunda dışlanmışlık hissi ve çaresizlik.)

Aklıma bir şey geldi, telefona gittim ona bakmaya ve koptum. Kopuk çağın/zamanın  ruhunun kelimesi KOPUK. Bağ yok bağlantı yok bağlılık yok. Bağımlılık çok. Hepimizde. Türlü türlü. Geçen hafta buzdolabım bozuldu. Şaştık kaldık ilkin. At kat komşumuz Mustafa Amca, Rahmetli canımGülümserablamın (niye rahmetli büyük, bilmem giden güzel insan olunca rahmet de büyük olsun istiyorsa insan demek) eşi ve derin dondurucusu olmasa ayvayı yemiştik. Çözüm bulundu mu bulundu evet. Ama bu kadar muhtaçlık -herhangi bir dünyevi şeye- canımı sıkıyor benim. Tek muhtaçlığım Rabbime, canım Allahıma olsun istiyorum. Âmin. Bekle, sabahı kılıp geliyorum. 

***

İnsan böyle bölüntülü yazınca da eee, hiç ben bileyim ben işte öyle... Kahve öttü alayım da geleyim, içerken yazayım. Sen bu yazıyı bitirecen de ben de görecem. Görürsün görürsün nasipte varsa onu da görürsün.

Hani tefeül yapıyorum ya -biliyorum bana da yazdın ya Behiye sabah sayfalarında, bi’ sen dile gelmemiştin ey defter, sen sus bari içimdeki Behiyeler Hünkârlar yetiyor da artıyor zaten- dün iki de şiir ekledim. Bu haftaki yönerge benden. (Evet bu durumlar için kullanılan tetik kelimesini sevmiyorum.) Aylar önce Fatma Hoca ile yazmıştık aynı yönerge ile. Güzel bir alıştırma. Yazacağım yazıya fikir versin zihnimi açsın diye iki kitap iki şehir örüntüsü yapayım dedim. Açtı zihnimi, bugün salıya kalmadan yazayım diyorum. İnşallah. Diyorum bundan sonraki tefeüllerime de ekleyeyim şiir. 

AsrıSaadetten 365 Güne, gün 61, sayfa 157, günlerdir çılgınca aradığım, beni suizanlara salan,  zarf çıktı bu sayfanın arasından iyi mi. Meğer bugünün arasındaymış. Daha sabah bayağı arandım yine bir hayli ve en sonunda boş ver, günü gelince çıkar bir yerden dedim. Ah ya. Demek ki tam bırakınca... Demek ki. Allahım her işimde, her halimde mutlak sensin, idrakini, oluşunu, yaşayışını bana ve tüm iyi insanlara nasip et. Âmin. Bak tümle bütüne bakacaktın unuttun. Evet aslında biliyordum ben bunu. Ama içselleştirmemişsin demek ki bilsen unutmazdın. 

Gelelim 157. sayfaya. 

He geldik dinliyoruz. Oku:

61. Gün, cemaatle kılınan namaz ve imamet, ilk mescit Kuba, ilk Cuma namazı Hicret esnasında orada. Cemaate devam. Görev alma-verme; bunlar hep liyakatle. Denge.

Yazmadın yazmadın coştun Behiş. Evet de ne güzel oluyor bak, di’mi di.

Selçuk Baran ki sana bundan sonra S.B. diyeceğim bilgin olsun. 13 Aralık 952 sf. 230 17 Aralık 952 sf. 230-231, 21 Aralık 952 sf. 231 (Ne çok okudun bugün buradan.)

13 Hayatıma istikamet veremediğim için sıkıntılı ve kederliyim.

17 Allahım kurtar beni. (Sevdim bu cümleyi apostrofsuz yazılmış çünkü.)

17 Yalvarırım başka bir insan olayım, ne olur Allahım? İçimde mütemadi bir huzursuzluk, çırpınma ve hareket ihtiyacı var.

17 Ama yine de sana yüzlerce, binlerce teşekkür ederim Allahım, bana akranlarımdan hiçbirinin sahip olmadığı şeyleri verdin. (Canım SB, bu biraz ayıpçı bir cümle olmamış mı.)

21 Allahım, hiç mi bana acımıyorsun?

3 Ocak 953, sf. 231-232: Hem bu rahatlık ne kadar sürebilir ki?

 

Şiir 1: MCA Bütün Şiirleri sf. 76

Dünya Güzeli

Hadi bir tanem gene söyle

Kim kimin dünya güzeli

Kim kime deli divane

Ne olur gene söyle

Hadi benim dünya güzelim

Hadi canım

Hadi söyle...

 

Şiir 2: A. İ. Ben Sana Mecburum sf. 18

Süleyman

öbür ışıkları getir hadi süleyman

bulvarın ortasında dur bağırma

senin için bir yağmur hazırladım

Hadi ışıkları getir yağdıracağım

 

al bu nisan akşamını benimkini ver

sual sorup durma sevmiyorum

öbür ışıkları getir hadi getir

karanlıktan korkuyorum karnım ağrıyor

 

o kadını da getirsene portakal yiyen

porselen dişli kadını hani pantolon giyen

dur dolmabahçe saatini dinleyeceğim

onikiyi çalsın öyle getir hadi getir

 

deniz fenerinden mi çalarsın işte çal

kibrit mi tutarsın bilmem işte tut

öbür ışıkları getir hadi süleyman

Sana yağmur hazırladım yağdıracağım

 

sen kimsin süleyman bir de bu var

Yine ara verdim, tekleme e’mi kalem. Norberto Müslüman olmuş sanırım. Feysbuk fotoğraflarından çıkarım. Yazasım kaçmış benim. Evde ne çok şey vardı oysa aklımda, kalemin ucunda. Uykum da geldi bir yandan. Yersen o kadar basit karbonhidratı elbette acıkırsın. 

Ay ne acıkması uykum geldi diyorum sana sen ne yazıyorsun. Ayrıca poşe yımırta da yedim. Protein. Pardon. Pardon kelimesinin buradaki kullanımı yanlış. Bir öğretmenimiz anlatmıştı ama tafsilatlı açıklamayı unuttum. Tafsilatlı açıklama denir mi yav tafsilat zaten bir şey hakkındaki etraflı bilgi, uzun açıklamalar, ayrıntılar, demek değil mi. (Bkz. Etimoloji Sözlüğü: Arapça sözcük Arapça fṣl kökünden gelen tafṣīl تفصيل  "bölümlendirme, ayrıntılandırma, ayrıntı" sözcüğünün çoğuludur. Bu sözcük Arapça faṣl فصل  "bölüm" sözcüğünün tefˁîl vezni (II) masdarıdır. Daha fazla bilgi için fasıl maddesine bakınız.) Özür, af dilemek manasına gelse de duymayınca mı deniyordu neydi, unuttum dedim ya. Peki peki kızma. Allahım sana hamdolsun. Ay neyse benim yazasım kaçmış gidiyorum ben. Dizim de ağrıdı zaten. Yok o yoldan değil, yokuş çıkamam şimdi yoruldum.

Oldu.

Şen ve esen kalın.

Demirbank olsaydı emin olun iyi günler dilerdi ama kalmadı.


2 Şubat 2025 Çibo/Bahariye Pazar on ikiyi biraz geçe


Biliyorsun artık sevgili blog, yazıları sana defterdeki haliyle, eksiğiyle/gediğiyle koyuyorum. Nasıl yazıyorsam/yaşıyorsam öyle. Düzeltmesiz, bitimsiz (Yeni sevdiğim kelime, yeri değil ama seviyorum olur olmaz söyleyeyim istiyorum. Bitimsiz.), ortaya çıktığında nasılsa öğle. 

Gittim, kesin. (5 Şubat 2025 ev, kahverengi koltuk-ikili olan)


AkıtmaRomanda Başlık Bulunamayan Sabah Sayfası

21 Ocak 18.32 GüzelbirgününhediyesiŞaşkınbakkal

 4 Şubat 2025

5 Şaban 1446

22 Kânunusani 1440

Salı, evsalon, yerde 

halının üstünde iki büklüm bazen,

bazen de çocuklar, resim yaparken uzanır da çizer ya 

Öyle...

Sabah sayfası, oldu bugün kuşluk sayfası. Onu mu yapayım bunu mu yapayım derken oldu saat 10.27 böyle karın üstü yazmak da zor, dizleri karna çekip gömülünce de dizlerim acıdı. Ee kalk geç masaya yok yav böyle deneyeceğim bugün. Çelınç. Emre bir yerlere gidince sanki ev tatil oluyor. Annelik tatili. Yemek, çamaşır, ütü (ütü! Sen kolundan sebep nicedir ütü yapmıyorsun, hav he de geç işte, farzımuhal sayıyorum ben iş isimlerini) yapılmayası gelenler arasına giriyor. Her akşam dışarıda yiyesim geliyor mesela. Diyorum ya o gidince biz de tadilata giriyoruz bir nevi. Yani zihnim öyle telakki ediyor. Ebeveynlik tatili. Emekliliği yok bari acık ara tatili olsun diye beni rölantiye mi alıyor acaba canım bilincimin canım dışı. Hoş fiziki eylemlerle ilgili oluyor bu tatil fenomeni. Düşünsel annelik ilelebet, namütenahi, bitimsiz (sevdim seni bitimsiz hoş geldin dilime), daima, sürekli, baki, müselsel, payidar, layemut. Aradığım kelime layemuttu, buluncaya kadar neler geldi kaleme. Çok güzel di’m. (La (لا değil-olumsuzluk eki, mevtten (Mevt ﻤﻮﺕ ölüm), yemutu lā-yemūtu > lā-yemūt “ölmez” ölümsüz, ebedi.  Mevta, mevtin... meftun da mı bu kökten. Hayır cicim. O ftn kökünden. Ayy fitne mi yani. Dağıtma konuyu, çık bu parantezden.) Olmuş sana layemut, ölümsüz. Sonsuz ile ölümsüz aynı şey değil aslında bence. Ölüm son değil çünkü. Ölüm değil de, son olmayan vefat mı yoksa. İkisi de aynı şey değil mi. Değil bence. Ay neyse, sonra konuşalım bunu, etimolojilerine bakalım, araştıralım falan. Annelik diyordun sonsuz düşünme diyordun. Öyle, yani o konu o kadar işte. Emre yokken kendimi tatilde hissediyorum ve yemek yapmak gelmiyor içimden. Yapıyorum o ayrı.

Pazar günü, Emre yolda atlattıkları kazayı anlatırken senin duaların korudu, dedi. Ben de anneme söylerdim. Hâlâ derim; öyle sivri anları var ki hayatımın, oralardan darksaydageçmemiş olmam ruhumunbabasınınannekarnımdaelimdentutmasından ve annemindualarından mülhem. Kaymak an meselesiyken. Hamdolsun. Böyle el tutmalarımız daim olsun. Âmin. Hayat spiralli bir döngü. Tek çember değil ama. Anladık spiral dedin ya. Kıvrıla büyüye küçüle yükselen çemberimsiler. Bir zamanlar biri için kurduğun cümle gün dönüyor senin için kuruluyor. Güzel cümlelere özneliğimiz, nesneliğimiz daim olsun. Âmin. İlanihaye vardı bir de. O neydi, sonsuza kadar mıydı. Galiba.

Bir leyli inşiraha karışmaksızın Kemâl

Yandın ilanihaye remâd olmadın gönül. 

Hayır, o yaştaki çocuğa Şad Olmayan Gönül’ü niye öğretirsiniz ey öğretmen. İyi ki öğretmiş, çılgın. O zamanlar anlamlandıramadığın, bu da ne işe yarayacak dediğin cüzlerin hepsi hizmet etmemiş mi kendiliğinin her bir zerresine? Etmiş. Daha ne. Haklısın. Sustum. Dün Mehtap Hanım'la (yüzyogasıöğretmenim kendisi, tatlibirkelebek, kalbiyle, samimiyetiyle, yardımseverliğiyle...) yazıştık biraz; emek, birikim -hadi hırsızlık demeyeyim- aşırmalarının, aşırılan yerin hakkını teslim etmeden yapılan aparmaların ilahi adalet/karmadaki yeri ve sen emeğine, biriktirdiğine sahip çıkmayıp o tecelliyi bekledikçe bu aparmaların devam edeceği ve aynı yerden defalarca ısırılacağın üzerine.

Cümle çok mu uzun ve bir hayli mi düşük oldu. Sanırım. Anlaşılıyordur dert etme. Bir yerde, ne yaptığını görüyorum/biliyorum demeli kişi ve/veya kişilere. Gözümün içine baka baka yaptığın şeyin farkındayım, yapmana engel olamam belki ama FARKINDAYIM ve bu noktada da bunu senin (Mehtap Hanım’ın deyimi ile) karmana, Rabbime emanet ediyorum. Kalbinin iyiliğine göre versin sana bu yaptığının karşılığını. Âmin. Öyle iyi geldi ki. Rızam yok, ama karmana, Rahmana... Özetle vesile makamı kıymetli. Sende/sana vesile olanlara teşekkürle/ismini zikirle ilerlersen tarih senin sayfalarına mutluluğu yazar. Dizlerim çok uyuştu. Günün nasiplerini yazayım da gideyim. 

Oldu.

Guudeftırnın ya da gudaftırnun.

Şen ve esen kalın.

 Kelimeli Ajanda 2025: (Evet, bazen bunu da ekleyeceğim bundan sonra tefeül listeme.) 

Vuslat: Sevdiğine kavuşmak anlamındaki vesale kökünden türemiştir. Birleşme, buluşma, sevdiğine ulaşma anlamını Türkçede kazanmıştır.

Ben ilavesi: (وصلةBağlanma, birleşme -vesile ile aynı kök mü yoksa hayır vesile sinle yazılıyor ﻭﺳﻴﻠﻪ - vasıl, vuslat, visal... aynı kök.

SB Günlükler: 15 Ekim 968 (476. sf.)

Çok kısa yazmış bugüne Selçuk Hanım. Prust, Vermeer, Heandel’in violonsel konçertosu (dinle emi), gölgeye, suskuya, duyguların gerçeküstülüğüne, kendini seven bilinmeyen bir şeye, bir hiçe adamaya övgü... (Bugün ne dedin sen bana canım günlük.)

AsrıSaadet’ten 365 Güne BA, BH, BK, BKH: 23. Gün 57. Sf, Aldatmak bahsi.

“Peygamberimiz Enes bin Malik'e dedi ki: "Yavrucuğum! Kalbinde herhangi birine karşı bir aldatma (samimiyetsizlik) bulunmadan sabahlayabilecek ya da akşamlayabileceksen, bunu yap! Yavrucuğum! İşte bu benim sünnetimdendir. Kim benim sünnetimi yaşatırsa, beni sevmiş demektir. Kim de beni severse, cennette benimle birlikte olur."” (Bunu yaparak bir gün geçirmek... suizansız, düz, net. Ay ne güzel bir hafifliktir. Aldatan bizden değildir. Seni de yazayım da hak geçmesin canım hadis.)

*Her anında, surette, sirette samimi ol/dürüst ol/aldatma.

*Kendini de aldatma ve dahi aldatılmana -seni aldatmalarına- müsaade etme.

“Müslüman aynı yerden iki kere kendini ısırttırmaz.” (Kitapta yoktu ben ilave ettim. Bol hadisli bir yazı oldu, olsun.)

 

Şiir: 

ÖLMEK – YAŞAMAK 

Biri bana diye ağlıyordu

İlk defa el üstünde gittim

Kimse duymasın sizden gayrı

Ben yaşamasını bilmemişim

 

Çamlık pınarında yudum elimi

Sevdiğim kodu gitti hayırsızdı

Bendeki bir tutam saçı rüzgâra bıraktım

Ellerim ellerine değmişçesine sıcaktı

Şimdi bütün canlılar benden uzak

Şimdi bütün duyularım inkâr halinde

Sanki hiç duymamışım görmemişim sevmemişim.

 

Bir kadın siyahlar içinde taptaze

Bir çocuk iri gözlerini açıp güldü

Üstümde en acısından yeşil üç yaprak

Öyle duydum yaşama hazzını son dakikada

Öyle tepeden tırnağa

Kabilse farz edin ölmemişim                                                            1954

(Gülten Akın, Kırmızı Karanfil, sf. 35)



Ev salon, 12.28, evde çalışmak zor kardeş, 

dur kalk çok oluyor. Araya bir mutfak 

toplama, iki telefon bir ekmek şekillendirme girdi.

 

 

Günlük/Şiir/Uzayan/Günler/Hüzün

  

Birpazarsabahımodayayürürken
















1 Şubat 2025

2 Şaban 1446

10 Kânunusani1440

Cumartesi, Salon,

Yeşil koltuk, bazen masa üstü...

Kasım:86 Yılın 32. Günü, kalan gün 333

Ama neden bugün gündüzün uzaması 3 dakika! Uzayan günleri sevmiyorum ey defter. Yazı çağırıyorlar çünkü uzayan günler ve mutlak yaz bende hüzün yapıyor.

 

 


Su Çürüdü

2 

Zamanı yiyip bitirdi karanlık. Gece yoktu. Güneş çoktan kömürleşmiş ve yeryüzü yapışkan bir karanlıkla örtülmüştü. Yabanıl sesler geliyordu derinlerden ve karanlığı ince bir bıçak gibi yırtıyordu. Saklayan kırbaç gibi... Acı duvarını aşan bu sesler, madeni bir gürültüye dönüyor ve yerkabuğunu zorluyordu artık. Sesim yoktu. Karanlığın karnında yitirdim sesimi. Kör bir kuyuda unutulan Yusuf’tum belki. Ama durmadan soruyorlardı. 

Adımdan gayrısını bilmiyorum. (Ahmet Telli, Su Çürüdü, sf. 70)

 

ŞİMDİDEN BİR HATIRASIN

Mektup Aşklarıma

Şimdiden bir hatırasın

Bulutsa, tozsa, uçarsa

Bütün (aşklar) paranteze alınsın

Rüzgâr çanısın, rüzgârın diline dolanırsın

Ne bir şarkısın,

ne de dillerde nağme adın

Artık bazı şarkılar kadar yaralısın

 

Günler izmarit diplerinde biriksin

O zaman mutlaka bir trenle gelirsin

Köpüklerdensin, mavisin, sakinsin

istesen suyun tenine bitişirsin

ellerimi bıraktım, artık bunu sana yazsın

İçimde iki yaşlı balık varsa,

İçimde biri pulsuz, iki balık varsa

Biri sensen, gelirsen ve yok edersen

Bunu yazmak istiyorum sana

Sonra postalamak istiyorum

Pulsuz bir zarfla

Hiçbir mektup artık ikna etmiyor beni hayata

 

Bu kırmızı oyalarla saçlarımda

Beyaz bir tülbent gibi kalırsam

tenimde, süzemediğim tortularla

Gün olur sararırsa sayfalarda

Bıraktım ellerimi, sana bunu yazsın

Şimdiden bir hatırasın

 

Kırık kalplerle süslü bir sayfaysan

Camsan, saydamsam, beni kırarsan

Simlerimle sevişirim seninle

O süslü sayfaların üzerinde

İçimde iki mutlu yıl varsa,

İçimde biri simli iki kadın varsa

Sen, gelirsen ve yok edersen

Bunu yazmak istiyorum sana

sonra postalamak istiyorum

Simli bir yılbaşı kartıyla

Hiçbir mektup artık beni, ikna etmiyor hayata

 

Şimdiden bir hatırasın

Açmışsa bir sardunya saksıda

Bütün (aşklar) paranteze alınsın

Bıraktım ellerimi, artık sana bunu yazsın

mektuplar postaya takılırsa...

Ey aşk sen

Artık bazı şarkılar kadar yaralısın.                   Didem Madak, Grapon Kâğıtları, sf.40

 

 


Sırrında siyahın görünür şah.

Sis kuytuluğunda uzayan rah,

nisyana durur.

                        

Mrirac-ı vedud 

cem tutuşur

                        yönelir ruh.

Sözden 

                        dağılır 

sineye

                        güller...                                                             Ali Günvar, Ezyan, sf.18

 

SB Günlükler: 3 Aralık, 9 Aralık (Yazmamış yılı, sf. 429, 430, 431, 432)

Çok okudun bugün buradan Behiye. Evet niye öyle oldu. Bilmem. Canım çektiyse demek. 

3 “Yazarken niteliğini bilemediğim bir öç alma rahatlığı içinde buluyorum kendimi. Kimden neyin öcünü aldığımı doğrusu bilemiyorum. Ama doyurması en çok zevk veren bu duyguyu bol bol tadıyorum. 

Yazmam gerek. Çelişmelerimden, ayrıntılarımdan kişiliğimi arındırmak, başkaldırışlarımın anlamına varmak, ÖÇ ALMAK Ama, ruhsal sağlığımı korumak için yazmam gerek ama haddimi bilip bunlara şimdilik sanat adını vermeyeceğim. Çağdaş edebiyatı dosdoğru tanımadan buna kalkışmak fazlasıyla cüret olur. Yazacağım ve bekleyeceğim okumak için daha çok vaktim olana dek bekleyeceğim.”

***

3 “Bu yüzden de solcularla konuşurken kapitalist ya da statükocu, muhafazakârlarla konuşurken solcu, erkeklerle konuşurken feminist, kadınlarla konuşurken kadın düşmanı, dindarlara tanrı tanımaz tanrı tanımazlara geri kafalı olarak görünüyorum. Gerçeğin bir yüzü var. Ya da gerçek diyebileceğimiz pek az şey var. Gerçekler uğruna direnmeyi anlıyorum. Ama fikirlerde direnme ve kendi fikrine bağlılık uğruna karşı fikirleri tümden yadsıma inanca, giderek bağnazlığa götürüyor işi.”

 

3 Aşk imiş her ne var âlemde 

    İlm bir kıyl u kâl imiş ancak                   Fuzuli

 

3 Aşk gelicek cümle eksikler biter               Yunus Emre

 

9 “Uzun uzun düşündüm. Ne vardı böyle irkilecek? Sonra böyle irkilmelerin bende çok çok olduğunu ansıdım. Bir de Kafka’nın, Tanpınar’ın hikayesini ansıdım. Tanpınar’ın çocukken duyduğu ve hiç unutmadığı bir cümle vardır. Kadının biri, “Çimenlik de akşam çayını içiyor durdur,” der. Ben de bu, “Naciye Tanrı aşkına dur,” seslenişini kolayca unutamayacağımı sanıyorum.” 

                                               

Asr-ı Saadet’ten 365 Güne: İyi ve temiz ye, şükret. Verilen nimeti hayırla yad eder dile getirirsen şükrünü eda etmiş olursun. (Buna bak sen, derin burası.)


Bugün de böyle olsun yazılmışlara sığınayım. Zaten bunca yazılmış şiir, öykü, roman, türkü varken biz niye yazıyoruz ki... Çağdaş edebiyatı dosdoğru tanımadan buna kalkışmak fazlasıyla cüret olur. 

Oldu...

Nasıl istiyorsanız öyle olsun gün...

 

 

 

 

Eskiden Bir Instagram Postuydum/Beni Hoyrat Bir Tuşla Ah Ani Bir Kararla Sildiler



27 Temmuz 1973 
26 Cemaziyelahir 1393 
14 Orak 1389 Cuma 

Evlere sığamıyorum bugün. Sabahtan beri bahçedeyim. Yazdım, okudum, birikmiş işleri toparladım. Temizlik yaptım. Bilgisayarda. Defterimde bazen karınca dolaştı bazen bilgisayarıma adı kötü böcek yapıştı.

AkıtmaRoman'da Defter Temize Çekme Günleri (Hadi bu sefer apostroflu ve dahi parantezli olsun başlık)


23 Aralık 2024
22 Cemaziyülahır 1446
10 kânunuevvel 1440
Pazartesi, 06,22
Salon, yeşil koltuk
Hicri Şemsi 1403
(Bu ne demekti yine unuttum.)
Kasım 46 (Hızır’a kaldı 134 gün.)
Kıbrıs’ta Kanlı Noel (1963) 
Şiddetli soğuklar
İlk Kanun-i Esasi ve 1. Meşrutiyet’in İlanı 1876
10 gün sonra Regaip Kandili
Şükür nimeti vereni bilmektir.

Bir kimse paranın ve malın geçmeyeceği kıyamet gününe, üzerinde kul hakkı bulunarak gitmesin.

Tesbih ayetleri neler, dua ayetleri neler, sığınma ayetleri nelerdir? Nezaketin arkasında ne mevcut?

Sevim Burak günlükleri değil Selçuk Baran günlükler. İkisi bende hep karışıyor. Bir şey zihnimde ikirciklendi mi geçmiş olsun. Hep de ilk aklıma gelen yanlış seçenek oluyor.

Cuma günü fiilen hayatıma giren iki kitap var. Biri Asr-ı Saadet’ten 365 Güne Bir Ayet, Bir Hadis, Bir Kıssa, Birkaç Hisse, diğeri Selçuk Baran Günlükler 1948-1989. Sipariş vereli çok oldu da dedim ya işte elime gelişi cumayı yani 20 Aralık 2024, 19 Kânunuevvel 1446, 7 Cemaziyelahir 1440'ı buldu. Yanlış yazdım yine tarihleri; bu da oluyor bazen. Gerçi kim emin olabilir ki bir ay adının diğerine ait olmadığından. J. Arkadyo göklere bakıp da görmüyor muydu Salı sandığı günün aslında hâlâ pazartesi olduğunu. (Yüz Yıllık Yalnızlık) Sanmalar, bilmeler... Vehimlerimdendir (ucu daha doğrusu kelimenin kökü yine sanmaya dayandı bak) bu sanmalarımın sanma olduğu sanrısı. Bağlandığım şeyler ya benim sanmalarımsa, sandığım gibi değilse işin aslı, ya aynı sandığım suretim ile siretim? Of çık sıkıntılı. Sandıklara giresice sandıklarım. Ne dedim ben. Çeyiz sandığım olmadı benim. Anneminkini keşke kendi çeyiz sandığım yapsaydım. Geri dön buradan Behiye, güzel yere gitmiyor burası, anneme çıkınca yol, çok ağlayabilirim yazı kalır. Zaten Hicri’ye göre annem yarın ölecek; Miladi ’ye göre daha otuz üç gün var. Aslında da üç yıl oldu gideli. Bak yine çetrefil. Bu yazıyı bilgisayara geçirirken bakayım bunun kökenine. ( sıf. (Kökü belli değildir.)

1. Anlaşılması, çözülmesi güç, karışık: Âdile Hanım, deminden beri çetrefil bir ehlihibre raporunun tekrar tekrar üzerinde duran bir hâkime benziyordu (Ahmet H. Tanpınar).)

Şimdi yazı içi faşforvırdla dönelim kitaplara: Bu iki kitap elime geçtiğinden beri sabah sayfası yazmaya başlamadan ikisinden de birer sayfa tefeül yapıyorum. Bazen aklımdaki soruya cevap mahiyetinde bazen de öylesine günün nasibine ne çıkacak diye. Bugüne Asr-ı Saadet’ten (Gün 268, sayfa 737) namaz, nafile ibadet bahsi geldi. Notlarımı, dersimi aldım, gördüm (umarım, inşallah, âmin) görmem gerekeni.

Selçuk Baran (12/IV/951, 156-157. sayfalar) “Allah’a şükretmekten başka ne yapabilirim? Mesudum ve çılgınlar gibi neşeliyim. Lakin halimden memnun değilim. Senelerdir ele geçiremediğim saadet başımı döndürdü, ifrata kaçtım. Bilmem ki biraz geri dönmek mümkün olacak mı? Bu yaz düşünmeye ve takip edeceğim yolun tali kısımlarını tayine çalışacağım,” demiş ve günün ona getirdiklerini, neşesinin sebebi -olduğunu tahmin ettiğim- adamın kişilik özelliklerinden yola çıkarak erkek milletine dair bazı özelliklerini, sevdiklerini, sevildiklerini anlatmış. Bir Türk olmayan erkeğin nezaketinin altında yatanı merakla bitirmiş. Türk olsa kesin onun üzerindeki tesirimin müsbet olduğuna hükmederdim de adam Türk değil ecnebi nezaketinin arkasında ne mevcut kestirmek güç, diyor. Ve bir dua ile bitiriyor. “Yarın, yarın Allahım, bana bir de fevkalade yarın ver. Hiç olmazsa Hirsch’i yanında kimse olmadan görebileyim.”

Üniversite ve işe girdiğim ilk zamanlara götürdü beni bu okuduklarım. Ben de platonik aşklarıma böyle dualar eder bir işaret, bir umut için yazardım da yazardım. Bu işaretlerden aşk üretme oyunumdaki parametreler zihnimi zorlasam da şimdi aklıma gelmiyor. Ama aşkın bu haliyle hayata, umuda bağlanma duygusunu çok iyi biliyorum. Güzel bir şey. En azından o yıllar için. Buradan baktığımda aşkın sadece o haliyle irtibatlı kalsaydım ne fena olurdu hayatım, dedirten aşklarla tanıştıran Allahıma şükrediyorum. (Beni mahveden ya da geliştiren/dönüştüren mi demeli “ee sonra” sorusu. Üç beş aynılıktan sonra, geliyor çöküyor içime ve form değiştirmeye mecbur bırakıyor. (Hayran-mı-yım hep aynıyı yaşayan insanlara.) Ama bu parantezi başka bir seferde aç bence, şu yazıyı toparlamaya bak da içeriği son bir kez oku. Seviyorum her bireysel ders öncesi aynı şeyi anlatacak olsam da yeni içerik oluşturmayı. Hani hatiplere kendilerini dinleyenlerin kabına göre konuşmak nasip olurmuş ya benimki de o hesap. Hayırlara karşı gelsin. Âmin. Selçuk Hanım’ın, nezaketlerin saikine göre etnisite saptaması da iyi geldi düşünce dünyama (dü... dü... tekrarlı ses ne diyeyim düşünce evrenime tefekkür dünyama).

Nezaketlerimizin arkasındaki niyetler, sebepler, kalıplar... Neden naziksin, neden/kime iyilik yapıyorsun. Burada Emre küçükken bizimle çalışan ve bana hayatımın sorgulamasını yaptıran Maviş’a anmamak olmaz. Kızına, kendisine hediye almıştım bayram için. Bir iş çıkışı verdim.

“Şimdi sen bana bunları aldın ya, benden fazla bir şey bekleme,”

“Efendim! Nasıl yani? ” (Benim gözler aptal surat soru işareti tabii.)

“Öyle, sen şimdi bana bunları verdin. Ben istemedim. Bunların karşılığında benden ekstra bir şey bekleme.”

İyiliğimi, iyiliğimin karşılığını göremediğimi düşündüğüm anları sorgulattı bana bu sahne. Neden sorusu geldi yerleşti frontal lobumun orta yerine. Öyle ya en Allah rızası için dediğim, karşılıksız etiketi ile sunduklarımın ardından bir nahoşluk görünce bunu mu hak ediyorum ben, kaç kez kurduğum bir cümledir. Bana iyiliğimi satmamayı öğreten kadın Maviş. Seni de bir gün yazsam roman olursun aslında bence. Böyle akıtmaroman gibi bütünlüksüz değil ama bütün bütün yazsam birlikte geçirdiğimiz bir seneyi.

Tüccar iyiliğinden özgür nezakete...

Süre değilse de sayfa aştı Maviş araya girince. Toparlayamayacağım, gidiyorum.

Sabaha görüşürüz.

7.10, hâlâ yeşilkoltuk

AkıtmaRomanda Bugün Ölsem



7 Ekim 2023 
22 Rebiyülevvel 1445 
24 Eylül 1439


Sabah ne güzel bir konu vardı aklımda. Keşke geldiğinde yazsaydın. Evet canım ya, neyse. Şimdi yazasım gitti. Bazen çok dolu oluyor insanın kalemi pıt pıt akıta akıta geziyorum öyle zamanlarda söylüyorum bazı kısım kişilere onlar yazıyor kendi fikirleriymişçesine. Cesine, çesine… Nesine yar nesine ölürüm ben sesine, bi’ daha da demem. Deme dersin. Hem belki yazmak onun nasibidir de Allah seni aracı kılmıştır sana söyletmiştir onun yazacağını.



On Bir Ekim İki Bin Yirmi Üç Olmalı
Yedi Ekimden Devamla

***

Ne yazıyormuşum nerede kalmışım hangi duyguda hangi olayda. Ah ya işte böyle kalakalıyorsun. Bir oturuşta yazmayınca. Bi’ çevirip arka sayfaya baksam mı nereden akmış yazı, ona göre sürdürsem. Aman boş ver bugün yeni bir gün. Yeni bir gün yeni bir sayfa. Yeni bir gün de, sayfanın üçte biri bitmemiş ki! Ee tamam oradan, kalınan yerden devam et o zaman. Hem sayfa bitmiş olsa defter bitmez defter bitse başka defterler var derken nefesin bitene kadar gider bu böyle. İyisi mi sen yeni geleni söyle yeni gelen günde. (Eski gelen gün mü var ki yeni gelen diye basıp duru üstüne. He var.)

Nefesin bitince bitiyor mu ki. (Bu mukiler bende hep muallak. Bitiştirsem mi ki…) Yok anam bacım onda da bitmiyor. Bunun yıkanması var yunması var oraya uyanması var. İnanıyorsan. İnanıyorum. Biliyorum. Neyse onu demeyeceğim. Diyeceğim biten bir şey değil dünya ve dünya üzerindeki cümle yaratılmış, dönüşen, evrilen bir şey. Bitmek yok. Sürekli olmada sürekli formdan forma değişmede akmada bu hal beni hayran bırakmada. (Bknz. N.H.R.)

Allah’ın yaratmalarına hayran olmamak mümkün mü. Değil. Çok seviyorum Allah’ım seni sen de çok sev beni. Âmin. Adı dilimden bir kez olsun geçmiş bütün iyi kullarını çok sev. Âmin. Kalbinde bir zerre iyilik tanesi bulunan kullarını çok sev. Âmin. Eşimizden ayırma, yolumuzu şaşırtma, doğru bir katarda yol aldır bize. Âmin. Bak bu kalem böyle bir şey. Onun için üzerine/adına yemin var. Alıyorsun eline sanıyorsun ki kontrol sende. Değil a benim canım değil o kendi kelamını döküyor, cisimlendiriyor. Bugün doluyum. Dörtte uyandım. 10 Ekim 2023 26 Rebiyülevvel1445 Salı. Elan 8.22 sabah sayfaları yazıyoruz. İsrail üç gündür vuruyor masum insanların evlerine, başlarına, çocuklarına bomba yağdırıyor. Böyle zamanlarda ayağımın altı sallanıyor. Kopuyor bağım gerçekle. Hikmet ve nasibe sığınıyorum gerçekten kaçıp. Doluyum her anlamda. Bir tansiyon düşüklüğü (normalde 8:5, 9:6 falandır, düşün yani daha düşüğü ne ola ki) halim var nicedir. Bugün epey. Ondan mı bugün posta günü olduğundan mı bilmem canım sıkılıyor. Ama bu türkü sözü buraya uymadı sanki cicim. Güzel ilişmedi. Yazarken dinlediğin her türkü yazıya doğru yerden ilişmedi mi olmuyor. Bu cümle de olmadı bence. Ne yapayım. Olmasın bazen. Bazen oldurarak bazen oldurmayarak nimet verir Allah. Olduran öldüren… Öldüren dedim de, bugün kalemi elime alış sebebim bu: “Bugün ölsem…” le başlayan bir yazı yazmak. Bak kalem nasıl da getirdi akarken konuya seni. (Biip, kelime tekrarı. Dııt o kadar olur abartma.)

Emre 6.45’te kalktı, Mehmet giderayak öptü onu. Ben öptüm Emre’yi. Gözlerim doldu. Mehmet’i yolcu ederken artık bildiğin ağlıyordum. Mehmet eliyle hayırdır işareti yaptı asansöre binerayak. Omuz silktim. Kapadım kapıyı cama gittim. El salladım ve zihnimde dönmeye başladı:

Bugün ölsem Mehmet ile Emre “Hissetmiş gibi dolu gözlerle uğurladı, bir başka sarıldı,” derler. Başka başka… Akşama ders var, link gelmeyince kızlar merak eder. Biri yazar mı “Behiye öldü, ders yok.” Leylan “Ay keşke dün buluşsaydık bak görüyor musun görüşemedik,” der. Mayalayamadığım süt öylece kalır dolapta. Ekşi mayam, bebeğim “Bugün ama beni beslemen lazımdı Ayıpçı Behiye,” der. Platese gidemeyince hakkım yanar. Manuel terapist ne der bilemedim. Randevu saatimi başkasına verir. Kol kası yırtığım önemini yitirir. Yeni ayakkabılarımı hayrıma verirler. Gerçi benim eşyam eskimiyor. Üniversitedeyken Arzu ile aynı kazağın farklı renklerini almıştık. Evlendiğimde hâlâ o kazağı giyiyordum ve bu Arzu’yu kızdırıyordu. Hepsini verebilirsiniz hayrıma ezcümle. Kitaplarımı Emre ile Ayşe pay eder. Kalem, defterleri de… Öyle dudağını bükme Emrem. Arzu dedim de bugün ölsem nahak yere gidişine yanar mı içi. Hoş iyi ki de gitmiş. O da ayrı. Bugün ölsem dün telefonda konuştuğum birkaç kişi “Ama daha dün konuştuk telefonda,” derler. Sanki dün telefonda konuşulanlar ölüme karşı sırlanıyorlarmışçasına. Bugün ölsem Fatma hocam tüh, der yeni kitabı göremeden gitti. Ya da demez. Hatim başlatır belki arkamdan. Kesin başlatır. Tuba, Emine, Figen, Ayşen de başlatır. Kim bulur acaba beni; bu baş dönmesi, bu uyuşma bir pıhtı atmasıysa ve fücceten gidişime sebepse. Nefesim bittiyse. Mavi/gri eylül bulutları özler beni. Çantalarım, namaz borçlarım, okuyamadığım kitaplar, gidemediğim Selimiye Camii…

Bugün ölsem Alkım’ın imza gününde gördüğüm eş, dost, ahbap da ay daha yeni gördük, hayat çok boş, falan derler. Daha yeni görülenler, ay dün yolda rastlanılanlar, telefonda konuşulanlar ölemiyor mu daha dün konuşulanlar, görüşülenler, kahve içilenler… O konuşma, görüşme ne kadar koruyabiliyor ölümden, konuşulanı.

Bugün ölsem. Allah’ım inşaallah benden memnunsundur. Sevdiğin şekilde gelmişimdir. Çarşamba buluşur belki benim için yazar NBDY. Ya da bir süre buluşmaz, biriktirir öyle yazarlar. Duygu iyi ki ertelememiş de pazartesi buluşmuşuz, az da olsa gördüm onu, der. Mehmet Ankara’yı iptal eder. Emre sınava çalışmaya ara verir. Nereyi kazanır acaba. Nihai kazancı bol olsun hazinemin. Ya da derse verir kendini, çalışarak unutur. Unutur mu. Unutulmuyor da işte devam ettiriliyor bir şekilde.

Yoksa anlam yüklediğin her şey birer kandırmaca mı yok mu aslında hiçbiri. Kardeşlik, bağ, sadakat, bulutların güzelliği, samimiyet, acı, vapurların şiirselliği, dostluk… Sen görmek istediğin gibi mi görüyorsun. Ya da var da üzeri mi örtülüyor bazen.

Tartışma. Söyle. Bırak. Sözü uzatma.

AkıtmaRomanda Öylesine Arşiv Niyetine

Dün Nur mesajımız sırasında “İlginç bir özlemek onun hissini belki bu. Yaş aldıkça tatlı tatlı artıyor. Neredeyse Fernweh gibi, farklı bir sıla hasreti gibi bir şeyler işte.” yazınca bir zamanlar bu bilgilere nasıl da hikayeyle geldiğimi hatırladım ve dahi paylaşmak istedim.